parasol'e özel arama kutusu

8.11.10

YİNE YENİ YENİDEN: PUUUUUUUUUUUUULP !!!

yehuuuuuu, yupiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii, yaşşaaaaaaaaasın!! dualarım kabul oldu ve pulp 2011'de 2 konser için yeniden bir araya geliyor!!! öncelikle londra'daki wireless festivaline bilet almaya çalışacağım, o olmazsa ispanya'daki primavera... eğer pulp'ı tekrar izleyebilirsem ne mutlu bana. bu harika bir haber, bu benim hep hayal ettiğim ama bir daha olmayacağını düşündüğüm bir haber. haydi on your marks, get set!!

not: şu linkte harika bir slideshow var, dileğen tık tıklasın!! http://www.pulppeople.com/

2.11.10

bu fotoğrafı buraya koymadan edemedim çünkü;
1- bu harika bir köpek
2- bu harika bir fotoğraf
3- bu şu an benim ruh halim :)

27.10.10

almak lazım!

bugünki "almak lazım" köşemizde - ki daha önce zaten hiç böyle bir köşemiz olmamıştı - muhsin akgün'ün "söz ve müzik:ISTANBUL" adlı kitabını şiddet ile tavsiye ediyoruz. eğer siz de bir etkinlik böceği iseniz muhakkak muhsin akgün'e rastlamışsınızdır. kendisi her türlü müzik ve sanat etkinliklerinde elinde makinası ile sahnenin etrafında dolaşır ve dikkatinizi çekmemesi mümkün değildir, çünkü çok yakışıklıdır!! işte o yakışıklı insan 1990'ların ikinci yarısından bu yana istanbul'da gerçekleşen konserlere ait fotoğraflarının olduğu bu güzel kitabı çıkardı. siz de benim gibi, o tarihlerden beri o konserden bu konsere savrulduysanız, bu kitabı alıp anılarınızı tazeler üstüne üstlük arşivinize de güzel bir kıyak yapmış olursunuz. benden söylemesi!! 

not: kitabın orijinal fiyatı 80 tl ama internet sitelerinden 60 tl gibi bedellere alınabiliyooooo.

18.10.10

metroda radikal

radikal'in yeni formatını gördünüz mü sevgil dünyalılar?? ben diyorum ki 3 vakte kalmaz radikal'de tarihin tozlu sayfalarında yerini alır. yıllardır okuduğum gazetenin, londra metrosunda bedava dağıtılan kafa dağıtmaca gazetelerine benzer bir hale gelmesi beni oldukça üzdü. ayrıca alışık olduğum köşeyazarlarını, sanat sayfalarını yerlerinde bulamamak, ya da bulduğum yerde onların küçücük küçücük hale gelmiş olması hoşuma gitmedi. şimdi arıyorum, tarıyorum, gazete okuma bağımlılığımı devam ettireceğim, şöyle eli yüzü düzgün, hükümet yalakası olmayan, kültür ve sanata en az 2 sayfa yer veren bir gazete arıyorum. eğer bu özelliklere sahip bir gazete biliyorsanız lütfen beni haberdar ediniz. bakın bekliyorum. şu istediğim özelliklere sahip gazeteyi bir bulsam, onu da yıllar yılı hiç bırakmıycam!!

8.10.10

Sevgili parasol,
Seni çok özledim. Hem evde lap top um yok hem de 3gun toplantidayim. Bir de kelebek etkisi... Teknik zorlukları ashar ashmaz doncem ben sana!!

4.10.10

2.şans

sevgili dünyalılar bu hafta sonu bana bu dünyada 2.bir şans verildi. cumartesi akşamı hayatımda ilk defa bu kadar ağırını yaşadığım bir trafik kazası geçirdim. eğer altımızdaki araba bir jip değil de sıradan bir araba olsa- polislerin dediğine göre- şu an buralarda olmayacaktık. ama mucize eseri ufak eziklerle bu olaydan sıyrıldık. arabamız da pelt oldu o başka... bu kazanın sebebi şehir magandaları ve bizim onları ciddiye almamızdı.

hep derler ya "hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçti" diye, benim tam tersi ordan oraya çarparken kazanın sonunda ne halde olabileceğim geldi. binlerce şükür ki bu işten sıyrıldık. cumartesi akşamından sonra artık gerçekten de çok şanslı birisi olduğumu düşünüyorum ya da bana bir şans daha verildiğini. inanıyorum ki evrende bir şeyler bizi korudu. bunun kıymetini bilmem gerek. maalesef insanlar başlarına bir şeyler gelmeden ellerindekinin değerini bilemiyorlar. ben anladım ki hayat gerçekten saniyeler içinde elimizden kayıp gidebilir. bu yüzden de değerini bilip her anını güzel geçirmeye mecburuz. son zamanlarda birçok kez şikayet edip mutsuz olduğum günler oldu, ama artık ne zaman bu tür duygular bana gelirse o zaman 2 ekim'i düşünücem ve bana verilen 2.şansı en iyi şekilde kullanmak için gayret edicem. bu kazanın sonucunda benim çıkarımlarım:

1- 5 para etmez insanlar sizi hayatınızdan edebilir, asla kimse ile inatlaşmayın

2- sağlam bir arabaya sahip olun

3- bütün polisler kötü değildir, bizim denk geldiklerimiz o kadar iyilerdi ki ne kadar teşekkür etsek azdır.

4- böyle durumlarda bir çok insan yardıma koşuyor ve bu da kendinizi iyi hissetmenizi sağlıyor

5- kendimi çok takdir ettim. kaza sonrası çok serinkanlı bir şekilde tüm işlemlerin olup bitmesini bekledim. hiç zırlamadım. hiç söylenmedim. şimdi ağlayasım var o başka!!

6- bu tür olayların acısı yalnız kaldığınızda daha çok çıkıyor

7- susan miller iyi bir astrolog

8- ego iyi bir şey değil

9- evren bize bir mesaj verdi ve umarım ikimizde bunu iyi yorumlarız

10- bir dövme yaptırıcam 2.şansımı hiç unutmamak için!!

11- herkes kendine, hayatta sahip olduklarına ve sevdiklerine iyi baksın!!

1.10.10

ekim dikim biçim

bu aralar ayların değişimi ile ilgili dünyamızda olan en tutarlı şey havalar herhalde. eylül'ün yani sonbaharın ilk günü yağmur yağmıştı, ekim'in ilk günü de hava birden serinledi. aferin sevgili dünya! en azından sen istikrarlı ol da,  sana karşı bir güven problemi daha oluşmasın!!

velhasıl geleneklerine uyan bir ekim ayı başlamış bulunuyor. ekim benim için özel bir durum teşkil etmiyor ama şehrimiz için oldukça hareketli günler geçeceğe benziyor. mesela en en en en önemlisi 28-29-30-31 ekim'de  taaaaaaaaaam 3.5 gün tatil var. kısmetse-kaderde varsa- ucuz uçak bileti olursa ben kaş'a gidicem. onun dışında;

* bu akşam new model army konseri- gitmiyorum
* hafta sonu- design week- belki gidiyorum
* 9 ekim'de i am kloot konseri- biletler cepte
* 8-14 ekim film ekimi- biletler cepte
* 14-17 ufak bir antalya tatili
* 23 ekim'de liars- giderim herhalde
* 27 ekim'de trip'de the smiths gecesi- gitme ihtimalim var
* 31 ekim'de saatler 1 saat geri alınıyor- hoşgelirsin kasım!!

onun dışında bu ay içinde bir haber bekliyorum, eğer o olursa çok çok sevinicem, başka başka ne vardı?? eminim, ekim ayı içinde şehrimiz böylesine batılı etkinlikler ile dolup taşarken, bir gün geçmez ki ülkemizde bir abukluk olmaya görsün!! yaa bir de bir de noolur noolur çok yağmur yağmasın ve ben bol bol bisiklete bineyim!!

işte herkes ektiğini biçermiş, ekim dikim işleri de böyleymiş. en güzel ekimler en güzel biçimler sizlerin olsun!! 

not: ekim ayı böyle hani biraz hüzünlüdür değil mi?? hava erken kararmaya başlar, yapraklar dökülür, kalın kıyafetler çıkar, evde daha çok zaman geçirilir. sevgiliniz varsa bir an önce eve gidip evde olmanın tadını çıkarırsınız.ekim için ne şarkı çalardım??? the national çalardım. slow show çalardım.i am kloot çalardım. from your favorite sky çalardım. blonde redhead falling man çalardım. cinerama hard, fast and beautiful çalardım. yani işte şunları çalardım sonbaharı çalardım !!

30.9.10

alkollü olmak ya da olmamak

ay ay ayayyayayayayayyaayyaaaaaaaaaaaaaaaay sevgili dünyalılar. kaç günler oldu bir iki satır yazamadım. garip bir yoğunluk var ben de anlamadım ama here I am, I will rock you like a hurricane desem yalan olur. size bugün toplumumuzdaki en azından bizim etrafımızda çokça rastlanan "alkollü olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu" önermesi ile ilgili biraz laf söyliycem.

alkollü olmak- yani çakır keyif ya da sarhoş olmak- bence bazen harika bazen de rezil bir şeydir. bunu da alkolü bolca alan kişiler bilir. ben şahsen çakır keyif ve hattaaa sarhoş olmaktan çok hoşlanıyorum. çünkü galiba çok bela bir tip olmuyorum da hafif şeker bir tip oluyorum (pehhhh! ukala). tüm kontrol mekanizmalarını elden bırakıp ohhh ağzıma ne gelirse söylüyorum. eğer alkolsüzken zaten şeffaf bir tip iseniz o zaman alkollüyken de şeffaf olmaya devam ediyorsunuz ve karşınızdakileri sürprizler beklemiyor.

amma velakin eğer ki normal hayatta ketum ve dobra ve langadanak ağzınıza geleni söylemiyor, yani patavatsız olamıyorsanız işte o zaman biraz alkol aldıktan sonra bülbül gibi şakımaya başlıyorsunuz. bu durumlarda etrafınızdda hala ayık birileri var ise o zaman onları uyarmakta fayda var, çünkü normal hayat ile alkollü hayatınız arasında oldukça büyük bir fark olacağını bilmeleri gerekiyor.

eğer serde hafif saflık var ise bu ikinci durum biraz anlaşılmaz olabiliyor, çünkü bu tipler akşam başka sabah başka oluyor. sizde durup dururken "alah alah hayırdır inşallah, noluyor ayol??" demek zorunda kalıyorsunuz.

son zamanlarda benim aldığım ders; "hiçbir söylenene inanma". zira alkollüyken mi gerçekler söyleniveriyor yoksa ayıkken mi bundan emin değilim. alküollü olmak için dökülmesi, bir dışa vurum mu yoksa sadece saçmalamak mı??? der yan yan zıplayarak işime geri dönerim!!

wheel of emotions




şimdi buna iyi bakın, belki sonra anlatıcam oki  mi??


29.9.10

ON .................STAND...........................BY..............................

.....ON........................STAND............BY...

...............................ON...................................STAND..................BY.....


...............ON....................STAND.........................BY...........................

ON.....................STAND...................................................................BY

..................ON................................STAND................BY....................

28.9.10

2:35

it's 2.35

sleep don't come

no

it won't come

25.9.10

gibisi yok. (bu hafta sonu için)

erken kalkıp güzel bir sonbahar sabahında balkondan dünyaya bakmak gibisi yok

sahile çıkıp da bir yandan pedal çevirip bir yandan da müzik dinlemek gibisi yok

tanıdık bildik bir yerde tanıdık bildik insanlarla dans edip şarkı söylemek gibisi yok

gecenin bir köründe yüzümü güldüren bir mesaj gibisi yok

alışveriş yapmak- hele de kilo verdikten sonra - gibisi yok

adrenalin gibisi yok

sağlıklı olmak gibisi yok

haftasonu gibisi yok!!

23.9.10

 
foto: görkem keser
 (bu fotoğrafı o kadar çok beğendim ki direkman le cool'dan arakladım. )

bir deterjan balonunun bire bu kadar güzel olduğu bir gezegende
biz neden bu topraklarda hergün saçmalıklara maruz kalıyoruz??
birileri bana bu sorunun cevabını borçlu ona göre!! 


22.9.10

şşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşş. sessizlik... her yerde...

evet muhafazakar ülkenin sevgili sakinleri. artık dün itibari ile yavaş yavaş bundan sonra yaşayacaklarımız herhalde kafalarımızda şekillenmeye başlamıştır!! ama yine de hala- henüz- still- already- yaşadığımız güzel günlerimiz var. mesela dün akşam; yani tindersitcks'in harika performansı. evet babylon'dan pek hoşlanmıyorum dedim ama dün akşam ki konser için fikrimi değiştirdim. ayol sahnenin dibindeydik!! sizlere dün açıklamış olduğum "wishlist" ile yukarıdaki setlist'i karşılaştırırsanız benim ne kadar hayalperest olduğumu anlarsınız. kısacası çok temiz bir konser oldu, grubun performansı gayet iyiydi. "can we start again"- ki biss de çaldılar- seyircinin kopuş anı oldu. 

ben bazı grupların büyük sahne performansının her zaman daha iyi olduğunu düşünüyorum; hem ses düzeni açısından hem de büyük kitleye hitap etmenin verdiği güven açısından. mesela stuart staples bence seyirci ile sıcak iletişim içinde olan bir müzisyen değil. hal böyle olunca da 50 cm ötesinden başlayan seyirci kitlesini kendi tavırları açısından yönetmesi zor oluyor.

ben sahnenin dibindeki ses teknisyenini yanında durduğum için konser sonunda hemen kendisi ile temasa geçerek setlist'i ele geçirdim. kendimce çok havalı bir durum olduğunu düşünerek konserden çıktım. kapıda cüneyt ile karşılaştım, bir de ne göreyim elinde bir setlist!! meğersem o da üst kattaki teknisyenlere yakın durmuş!! :) ee tabii benim havam biraz söndü ama yine de bir hatıra olsun, bir anı olsun artık arşivimizin nadide bir köşesinde saklıyacağız!! 

bu arada babylon pazartesi günü derin sohbetlere dalan seyirci kitlesinin neredeyse grup elemanlarını da sohbetin içine alıp konserin gerçekleşmesini engelleyecek raddeye getirmesınden ötürü (tahminimce) dün bir "sessizlik bildirgesi" yayınladı. çok da iyi yaptı. salı akşamı seyirci sohbetlerini konser sonrasına bıraktı ama babylon yetkililerinin böyle bir yazı yayınlamak zorunda kalmasının, toplum bilincimizin seviyesi açısından, ne kadar vahim olduğunun farkında mısınız?

not: dün sanat galerilerine karşı gerçekleşen iğrenç eylemleri kınıyorum. bu eylemler ve üzerimizde kurulan baskılar ve özgürlüklerimizin elimizden gitmesine karşın bir şansımız daha var o da seneye gerçekleşecek seçimler. umarım kafamıza "daaank" eder de bu gidişattan kurtuluruz. korkuyorum. gerçekten çok korkuyorum!!

müzik notu: müzik adamları müzik konusundaki amatör görüşlerimi hoşgörsünler, aman diyim sonra her işi bilen her iş hakkında ahkam kesen twitter'da boy gösteren karakterlere dönmek istemem.

tindersticks göndermeli not: 
hey sen- kendini biliyorsun- can we start again??
içinde yaşadığımız kaos- can we start again?
kariyerim- can we start again?
kısacası her şeye yeniden başlasak bee, şahane olurdu vallahi de!!
(ama ama yani bu bilinçle tabii)

21.9.10

bu gece tekrar aşık olacak mıyım??

her zaman diyorum, tindersticks her ay gelse dinlemeye giderim, bir de üstüne evime çaya davet eder pötibör ikram ederim.bu akşam yine geldiler ben de yine gidiyorum. itiraf etmem gerekirse babylon'un mekanından hoşlanmıyorum. hem sıkışık hem de gürültülü. geçen sefer tindersticks cemal reşit rey'e gelmişti. bordo kadifeler, ahşap duvarlar ve bir tiyatro sahnesine bence çok uymuşlardı. oradaki tek eksik ise bir kadeh şarabımızı ya da biramızı alıp oturamıyor olmamızdı. şimdi istediğimiz kadar içebiliriz ama crr'deki atmosferi yakalayamayabiliriz. nerede olursa olsun ben varım!! hem de yağmurlu bir istanbul gününde!! biliyorum ki setlist'leri yeni albüm ağırlıklı olacak ama benim gönlümden geçen ufak bir setlist işte böyle: kim bu gece tekrar aşık olmak isityor??


17.9.10

biking stylaaaaaa

işte son numaram; harika bir bisiklet!! ben küçükken babam o kadar çok çalışıyordu ki kendisi benimle pek ilgilenememişti ama allahtan ki bir bisiklet almıştı!!  lojmanda oturduğumuz için de zaten herkes kendi başının çaresine bakar, ilgi milgi aramazdı. bana da bisiklete binmesini petkim- aliağa servisimizin şöförü mehmet abi öğretti. dün paraya kıyıp işte bu fotoğraftaki bisikleti aldım ve mehmet abiye buradan bir teşekkürü borç bilirim. o zamanlar bordo bir sindrellam vardı ve galiba tek bisikletim de o oldu. sonra mesela münih'e gittiğimizde ilk kez şehirde bisiklete binmenin keyfini tatmıştım. acayip güzel bir histi. istanbul'da çok uzun yıllar motosiklete bindiğimiz için ve sürücülerin ne kadar angut olduğunu bildiğim için bisiklet edinmeye hep çekinmiştim. ama işte o gün geldi. gittim. paraya kıydım. kendime nefis bir bisiklet aldım. şimdilik trafikte bineceğimi sanmıyorum ama sahili arşınlayacağım kesin!!

onuın dışında dün mega embesil bir şekilde capitol servisinden inerken düştüm. dizlerim harap oldu. insan koca yaşta yere düşünce, bu düşmenin travmasını bir türlü atlatamıyor. feci şekilde onurunuza dokunuyor ki kimin neyin onuru?? ofisimizdeki çay servisi yapan harika kız gafure bana "artık siz de pantolon giyin biraz" dedi. o cümlenin altında içten içe mini eteklerimin biraz can sıktığına dokunduran bir düşünce mi var diye düşünmedim diil!!

neyse onun dışında hafta sonu geldi, konser haberlerine bir yenisi eklendi; i am kloot 9 ekim de bronx pi sahnede, herşey belirsiz, herşey fluuu, herşey yengeç kabuğuu... neşeli hafta sonları olsun biricik pekicik gezegen sakinleri :)

not: donnie darko'nun ilk sahnesinde echo&the bunnymen "the killing moon" çalar, kahramanımız bisikletine biner, şarkı eşliğinde yeşil ve dar yollardan geçer. işte ben de bunu istiyorum. bisikletime binerken dünyanın fonunda the killing moon çalsın. sonra yolda bana bir beyaz tavşan rastlasın ve sonra olaylar karmankarışık gelişsin.

16.9.10

seni kaybetmeye dayanamıyorum

I guess this is our last goodbye
And you don't care, so I wont cry
But you'll be sorry when I'm dead
And all this guilt will be on your head
I guess you'd call it suicide
But I'm too full to swallow my pride

çaresizlik iyi şey değil sevgili dünyalılar. insan çaresiz kaldığında saçmalar, karşı tarafa tehditler savurur, gözyaşları döker, en olmayacak zayıflıklarını sergiler ama başa gelmiş başa gelmiştir. ister ağlayın ister zırlayın, ister bilekleriniz kesin terkedilmişseniz terkedilmişsinizdir. bilindiği ya da bilinmediği üzere bu aralar the police playlistlerimde sıkça dönmekte. "can't stand losing you" şarkısına da bolca gülünmekte. bu şarkı tam olarak terkedildiği için çaresizlikten ne yapacağını bilemeyen bir dünyalının trajikomik hikayesi. bu durumu çok iyi anlıyorum. hem benim başıma geldi hem de benim yüzümden başkalarının başına geldi. ben heyecanlı ve sapkın bir kişilik olduğum için aynı şarkıdaki gibi davrandım. "ben ölürsem görürsün" dedim, "ya hastalanırsam üzülmez misin?" dedim. "kendimi aşağı atıcam" dedim. dedim de dedim. tabii artık olay ile hiçbir duygusal bağı kalmayan karşı taraf öylece durdu, kılını bile kıpırdatmadı. bana da vakti zamanında bir aklı evvel "bana geri dönersen sana araba alıcam" demişti. ben de çok gülmüştüm. sanki ben de bir arabaya tav olacaktım.

velhasıl manital enfeksiyon durumlarında sağlam basabilmek çok önemli, en azından az yara alıp geçip gidebilirsiniz. eğer çaresiz bir şekilde saldırmaya başlarsanız ki buna patetik olmak deniyor, o zaman ayrıca antipatik olursunuz. işte ben bu iki durumun arasındaki farkın önemini kavramış ancak uygulamaya alamamış kendimin bilincinde bir canlıyım. daha ileriki safhalarda bir gün kademe atlayarak "canın cehenneme" safhasına geçmek arzusundayım. taa ki o gün gelene kadar umarım hep ben terkederim. ııııyyyyyyykk fenayım ayol!!

not: an itibari ile ne terkettim ne terkedildim, sadece bir şarkı dinledim. bilgilerinize!

15.9.10

biraz iç dökmesi

oooof.. tatil sonrası iş çekilmiyor da bir de başka şeyler de istediğiniz gibi gitmezse o hiç hiç hiç çekilmiyor. 1 hafta tatile gittim ama sanki sadece 3 gün gibi geldi. kaş'ı seviyorum. kaş'taki rutinlerimi seviyorum. kaş benim eylül'de gel durumum. sabah denize gidip, akşamüstü çay bahçesinde çay içip, deja vu'da güneşi batırıp, duş alıp güzel yemekler yiyip, tekrar deja vu da bünyeyi dans ettirip her gece 2-3 de sallana sallana otele dönme işini seviyorum. 1 hafta boyunca kaş'ın sadece bu saydığım mekanlarına gidip diğer yerleri görmeden geliyorum ama bu umurumda bile olmuyor. kaş'da dejavu olmasa naapardık bilmiyorum. mavi'nin önündeki et pazarına katılmak zorunda mı kalırdık, yoksa yemek sonrası otelimize mi dönerdik?? deja vu'ya giriyoruz, anıl harika müzikler çalıyor, bizim kaprisimizi çekiyor, bazen başına ekşiyoruz; "anıl, yeah yeah yeah's den heads will roll'u çalsana, anıl pixies'den hey'i çalsana, anıl the police olur mu??" kendisi de saolsun bir dediğimizi iki etmiyor. ben nazımın geçtiği yerleri seviyorum...

her güzel şey çabuk biter... tatil de bitttiiiiiiiiiiiiiiii. şimdi istanbul'da sonbahar zamanı. şimdi konser zamanı, film zamanı, spor zamanı. söylemişmiydim çok  kilo verdim ve hergün spor yapıyorum. hani böyle az yiyen gıcık kızlar vardır ya işte onlardan birine dönüştüm. bu arada sigara içmekten nikotin komasına girmem an meselesi. bugün yarın bir de gerçek bisiklet ediniyorum. sahilde hafta sonu beni yakalayana aşkolsun. hani birdenbire değişip de mesafeli bir samimiyet politikası uygulayan insanlar var ya işte onlara gıcığım. yarın akşam istanbul da fno var yani fashion's night out. isterseniz çıkıp biraz vitrin gezebilirsiniz. nişantaşı, bağdat caddesi, istinye park. bu arada mercury ödülleri bahsini kaybettim. santa bora bey kazandı. kendisini tebrik ediyorum. son günlerde hrant dink ve ponpon kızlardan dolayı ceza aldığımız için sevinçliyim en azından uzay boşluğunda kendi kendine dolanan ve içinde bir sürü badem bıyıklının bizim üzerimize oyunlar oynadığı bir uzay gemisinin içinde değil de, dışarıdan da gözlemlenebilen bir batağın içinde olduğumuzu görenler var. 

ohh içimi döktüm rahatladım. sıkıldıysanız keşke okumasaydınız :)
sahilde beni yakalayııııııııııın :)

14.9.10

vaay vaaay vaaayyy, etkilendim

MIDLAKE

KASIM DA

SALON DA

MIDLAKE

AMAN DA AMAN

MIDLAKE ŞEHRİMİZE GELİYOR!!! NE DURUYORUM OYNASAM YAAA!!

NOT: şuna bakın önümüzdeki iki ay sırasıyla; tindersticks, new model army, midlake, ed harcourt. can mı dayanır sevgili gezegen gezginleri!! sizi uyarıyorum, midlake e muhakkak gidin bakın sonra pişman olursunuz. muhteşemler!!!

13.9.10

thy, f..ck uuuuu!!

ayy sevgili dünyalılar çok güzel bir tatilin daha sonuna gelmiş bulunmaktayız ama tatilin son günü çektiklerimizi bir biz, bir thy, bir de 4 uçak dolusu yolcu bilir. tatil konusu artık hep aynı yer, hep aynı mekanlar olduğu için detaylı olarak verilmesi gerekmeyen bir konu ancak bu thy'nin elinde oyuncak olma durumu gerçekten vahim bir konu. 

bazılarının bildiği üzere biz pazar günü oy kullanmak adına, aslında akşama olan dönüş biletlerimizi 90 tl ekstra para ödeyerek öğlen 12 35 uçağına almıştık. vatani görevimizi yapabileceğimiz için çok sevinçliydik. bu görev için 1 günlük deniz sefasından elbette vazgeçebilirdik. 12 eylül sabahı kaş'tan 8 15 itibari ile tekerlekleri döndürdük. hızlı şoförümüz sayesinde 11 15 de antalya'da olduk. check in yaptırdık, birer çorba içtik. ohh keyfimize diyecek yoktu! ben plan sapığı olduğum için günün geri kalan kısmında ne gibi aksiyonlar alınacağını açıkladım. sonra uçak saati geldi. sonra bekledik. sonra ekranda "delay" yazdı. 14 35 yazdı. 2 saat rötar. olsundu dedik, yine de hızlı bir çaba ile sandığa yetişiriz dedik. sonra saat 14 35 oldu. bekledik. ekrana baktık. "delay" dedi. 15 45 dedi.yok artık dedik. hesap yaptık. sandığa yetişemez bir hale gelmiştik. tahmin edilebileceği gibi yolcular gaza geldi. thy görevlilerine bağırıldı, çağırıldı, tehdit edildi, oy sandığı istendi. ama naaaafile. biz saat 16 15 de kalkan uçağımız ile 17 10 da istanbul'a indik. sandıklar kapanmış oylar verilmişti. dün şahidim ki antalya'dan 12 den sonra kalkan 4 adet istanbul uçağı. en az 2 saat rötar yaparak kalktı, içlerinde en az 800 kişi vardı!!

ben bu bileti değiştirdiğimde bazı arkadaşlarım bana "bak görürsün thy bilerek rötar yaptırıp tatil yörelerinden gelecek olanların "hayır" oylarını bertaraf edecek" dedi. ben de yok artık dedim. bu kadarı olamaz!! ve sevgili gezegen sakinleri oldu. ben thy de hiçbri yere 4 saat rötarla uçmamıştım. dün bir ilk gerçekleşti. ben inanıyorum ki bu thy'nin başındaki hükümet görevlisinin verdiği emir ile kastiiii olarak yapılan bir şeydi. biz de kurbanları idik. bizi aptal yerine koyarak bütün gün havalimanında beklememize ve oylarımızı heba etmemize sebep olan takunyalı thy genel müdürünü buradan kınıyorum. başka da bir şey yapamıyorum. ayrıca evet verenlerde sonra ellerinden oyuncakları alındığında lütfen ağlamsınlar. kendiniz ettiniz kendiniz bulursunuz!!

3.9.10

küçük jestler bizi bekler yatağımızın başucunda

artık bu dünyanın çivisi çıktı sevgili gezegen sakinleri!! nereye baksam herkes bir travma yaşıyor. welcome to the jungle, we've got fun and games. etrafımda ayrılmayan çift kalmadı, yeni tanıştığım insanların da muhakkak bir ilişki travması olmuş oluyor, ya da bu travma halen yaşanıyor. o eski bildik insanlar nerede diye hergün kendime soruyorum. hani mütevazi, alçak gönüllü, insani değerleri olan, karşısındakine değer veren, bir iyilik yaptığında illa da karşılık beklemeyen, kendisine yapılan bir iyilik karşısında ezilip büzülüp kendisini sorumluluk altında hissetmeyen, bu yüzden de "aman kimse bana bi iyilik yapmasın" şeklinde dolaşmayan, insanlar ile ilgili her türlü sorumluluktan kaçmayan, yüzleşen, deneyen, mücadele eden,gülen eğlenen, tahammül edebilen, şans veren... arkadaş muhabbetlerinin son zamanlardaki sıcak konusu bu. benim hatırladığım kadarı ile bu tür bir hayatın yaşandığı en son yer ankara'ydı ve ben de çok küçüktüm. şimdi devir çarpışan egoların, kalkanların arkasındaki ruhların devri!!

benim tercihim "eskisi gibi olanlardan yana". bir de dileğim o ki herkes birbirine küçük jestler yapsın. buna üşenmesin, kendini gereksiz fedakarlıklar yapıyor sanmasın. karşınızdaki size bunu yapmıyor ise siz ona bunu öğretin. bunun korkacak bir yanı yok. karşınızdakileri mutlu etmenin gocunması da yok. bu hayatta ben şunu öğrenmeye çalışıyorum ki; küçük şeylerden mutlu olmak gerekir. bir jest, bin liraya bedeldir :)

not: kopuk bir bağlamda afırdığım sözler olduğunun farkındayım ama bugün de ruh halim böyle. bu ruh halimde bazen can sıkıyor. bir en aşağı bir en yukarı. i m going on a roller coaster everyday, allah sizi inandırsın!! 

notnot: iflah olmaz bir hayalperest olduğumu aklınızdan geçiriyorsanız ben hemen söyliyeyim; biliyorum!!

1.9.10

eylülüülülülülülüüülü

harika!!! işte sonbaharın ilk günü tam tamına kendine yakışır bir şekilde geldi, hava amma da serinledi!!! 2 aydır ayağıma etekten başka bir şey geçirmezken, bu sabah çok çok özlediğim kot pantolonlarımdan birini giydim ve kendimi süper hissettim. tabiiki bulutlar güneşi sakladığı için hava kapandı ve tabiiki bu sebeple içimi bir hüzün kapladı ve tabiiki yazın bitmiş olması hem de nasıl geçtiğini bile anlamadan çok sevindirici olmadı... ama life is life, eğer mevsimler bunu gerektiriyor ise buna katlanmaya hazırım.

eylül 12 ayın içinde gerçekten özel bir yere sahip; tekrardan merserize kazakların giyilmesi, tüylerin ürpermesi, yağmurda sinemalara gitmek, konserlerin başlaması, trip günleri ve tabiiki kaş tatili. seviyorum eylül'ü mesela ekim den daha çok...

susan miller'ı biliyor musunuz? son zamanların favori astroloğu, ben de yeni öğrendim. bugün eylül için burç analizim çıktı ve ben de susan'ın söylediği şeyleri ajandama not aldım. eğer gerçekten çıkarsa buraya da yazacağım. mesela eylül kariyer açısından benim için iyi olacakmış, bir çok romantik gece yaşanacakmış. şu an ki durumuma baktığımda eylül çok çok önemli şeylere gebe ve sevgili dünyalılar umarım herşey istediğim gibi olur!! daha somut şeylerden bahsedecek olursam da bu eylül;

* haftaya kaş'tayım, deniz, güneş, arkadaşlar, yemekler, dinlence ve beklemece ile geçecek bir hafta olacak

* sonra aramızda kalsın çok  kilo verdim, 3 daha vericem ve bu da eylül ayı içinde olacak

* 7 eylül de mercury ödülleri sahiplerini bulacak bakalım bahiste kim kazanacak??

* haberlerin en en en güzeli 21 eylül de tindersticks konserinde olucam (inşllh) ve hatta belki de 20 eylül'de de!!  sabırsızlıkla bekliyorum, jismjismjism

* 12 eylül'de ak koyun kara koyun belli olacak ya da aslında herşey aynı şekilde devam edecek. yaptığım bir salaklık sebebi ile ben "HAAAAAAAAAYYYYYYYIIIIIIIIIIIIR" diyemiyeceğim, noolur siz diyin benim yerime de diyin!!!

işte eylülülüülülülülül de böyle bir ayımız. herkesin ki gönlüne göre geçsin. evrene sesleniyorum; pliiiiiiiz :)

sizlere son zamanlarımın en favori şarkısı ile veda ediyorum. tam bir .......... şarkısı!!




31.8.10

radikal

sevdim mi tam severim durumları sebebi ile sevdiğim herşeye deli gibi tutunmamın sonucunda, onları kaydettiğimde doğal olarak feci travmalar yaşıyorum. zaten travması bol bir insanım, bir de bu yeni eklenenler olmasa olmaz mı sevgili evren? 

ben düzenli olarak gazete okuyan bir kişiliğim. her sabah radikal'i okumazsm o günüm iyi geçmez. zaten ritüel takıntım da olduğu için bu durumu kendimce açıklayabiliyorum. öyle internetten filan da değil, ellerimi boyayan gazete kağıdını hissetmem gerekir. kaç yıl önceydi bilmiyorum ama bu gazete okuma alışkanlığı yeni yüzyıl ile başlamıştı. ona da radikal'e davrandığım gibi davranyordum. sonra bir gün geldi ve "yeni yüzyıl" "yeni binyıl" oldu. sonra da ben ondan vazgeçtim. 

bugün radikal'in kuruluşundan beri genel yayın yönetmeni olan ismet berkan radikal'e veda etti. neden mi? çünkü radikal referans ile birleşiyor ve başına da eyüp can geçiyor. hali ile gazetenin bir çok çalışanı ve gidişatı da değişecektir. eminim radikal'i sevmeyen, yeteri kadar radikal olmadığını söyleyen bir çok kişi vardır, bu doğru da olabilir ama ben en çok kültür ve sanata ayrılan yerin 2 sayfa olması ve "kitap", "cumartesi" ve "iki" ekleri sebebi ile gazetemi seviyorum. yeni dönem de neler olucak merak ediyorum, eminim elif şafak haberleri artacaktır!! 

velhasıl sevgili dünyalılar, önyargılı olmak istemiyorum ama geçmiş tecrübelerime göre belki de kendime yeni bir gazete bulmam gerekebilir ki bu da hangisi olur bilemiyorum. bugün üzgünüm, çünkü ne geliyor bilmiyorum, yarın göreceğiz bakalım radikal hangi şekilde posta kutuma düşecek.

30.8.10

ben gitmiyorum, üzülmüyorum da!

daha ne kadar susabilirim. işte bir şeyler karalamanın vakti geldi de geçiyor bile. bilindiği gibi haftaya pazartesi bu koordinatlarda u2 konseri gerçekleşecek. dev konser, kocaman konser, bol tırlı, bol görselli, bol şatafatlı konser. ayrıca bol paralı, bol reklamlı, bol seyircili konser. ben bu hayatta defalarca kez konserlere göre tatil planı yapan birisi olarak, bu sefer u2 geliyor diye kaş'a gidiyorum. yok yok o kadar da değil ama ben haftaya kaş'ta olacağım. u2 konseri için herhangi bir plan değişikliği yapmadım. daha u2'nun istanbul'a geleceği açıklandığında demiştim kendimce; u2 benim için eskilerde kaldı, sunday bloody sunday'lerde kaldı diye. dünyanın en çok para kazanan grubunun bana bundan sonra bir hayrı olmaz diye düşündüm, tabii bu arada snow petrol'u de feda ettim ama nasıl olsa onları bir yerlerde seyrederim dedim. sadece müziği ön planda olduğu bir salonda belki... işte u2 konseri benim için böyle.

size çok çok tavsiye ederim ki 29.8.10 tarihli radikal iki'de yer alan mert emcan'ın "belki şehre u2 gelir" başlıklı yazısını okuyunuz. işte tam da u2 konseri mert emcan'ın yazdığı gibidir (bence). son cümle şöyle;" ...  ama hala bütün bu hikayede bir şey ısrarla eksik kalacak. evet bildiniz;müzik." 

not: maalesef yazının linkini veremiyorum çünkü radikal gazetesi birleşmenin telaşı içinde henüz 29.8.10 tarihli iki ekini internet sitesine koymuş değil!! onlar koyunca ben de link vericem.

27.8.10

hiç keyfim yok be sevgili dünyalılar. yazamıyorumyazamıyorumyazamıyorumyazamıyorumyazamıyorumyazamıyorumyazamıyorumyazamıyorumyazamıyorumyazamıyorumyazamıyorumyazamıyorum

tek söyliyceğim şey bruce'dan olabilir, o da şu olabilir!!

tell me what I see
when I look into your eyes
is it you baby or just a briliant disguise???


patron ne derse doğru der!!

26.8.10

dediğimi yap, yaptığımı yapma!!

estetik kaygısı deyip de cır cır dır dır konuştuktan sonra, son zamanlarda hangi manyaklıklar peşinde olduğumu söylemeden edemeyeceğim. öncelikle yaklaşık 2.5 haftadır karnım bir an için bile olsun doymadı. sonunda 5 kg verdim, sonra hadi bir adım daha atayım ve spora da başlayım demez miyim. hemen tenis hocası aktive edildi. eve bir bisiklet alındı ve "sapkın zihniyetlerin takıntılı halleri " adlı kısa dizi yayına girmiş bulundu. aslında herkesin de bildiği gibi herşey zihinde bitiyor. ben ona "yeme" dedim o yemedi, "spor yap" dedim spora başladı. allah sizi inandırsın dün akşam kebapçıda yenen bir yemekte önümden etler, pideler, tatlılar, dondurmalar geçip gitti ve ben hiçbirine yüz vermedim, ama öyle içim giderek değil, gerçekten hiç içim istemeyerek. klişelere referans yapmak gerekirse, isteyince oluyor diyebilir miyiz? valla bazen oluyor bazen de olmuyor. tamamen çevre şartları ile de ilgili bir durum.bayramda bir hafta kaş'ta olacağım ve plajlarda aç aç salınacağım. benden size tavsiye ne isterseniz onu yapın :)

sapkın zihniyet notu: geçen akşam o 2 şişe şarabı içmiycektik, şimdi onların kalorisini ben atana kadar 2 saat daha fazla bisiklet çevirmeliyim!!

24.8.10

estetik kaygısı

estetik kaygısı aldı başını gitti, eğer yetişemediyseniz geçmiş olsun! eyy erkekler, kadınlar üzerinde yarattığınız baskının farkında mısınız? eğer ince bir beden, bakımlı tırnaklar, silikonlu göğüsler, botokslanmış gözler, fondotenli yüzler, yapılı saçlar ve topuklu ayakkabılara haiz iseniz o zaman en makbül kadınsınız (şehirler için konuşuyorum). üstüne üstlük medyada ve sosyal paylaşım alanlarında da dayatılan formül bu!! sanki çoğu erkek artık kadınların akıllı, sevgi dolu, eğlenceli, anlayışlı, donanımlı olduğuna bakmıyor da varsa yoksa estetik kaygıları...

ben kendi adıma kendimde güzel bulduğum şeyleri yapmaya devam ediyorum. gerektiğinde mavi oje sürüp, gerektiğinde topuklu ayakkabı giyiyorum. ruhumdan önce bedenime bakan erkeklerden uzak durmak istiyorum. ilk görüşte aşk değil ama konuştukça aşık olmak istiyorum. bana klişelerden bahsetmeyenler ile zaman geçirmek, kıyafetimi gönlüme göre giyip, farklı olduğumda yadırganmamak istiyorum. her zaman saçım güzel, yüzüm renkli olsun istiyorum ama asla saçımı sarıya boyatmak istemiyorum. kendime bakıp bana verilenlerin kıymetini bilmek istiyorum. gözlerimin yanındaki kaz ayaklarına bayılıyorum. hepsi süs bebeği olmadığımı, gerçekten bu dünyadaki varlığımı gösteriyor.

velhasıl sevgili dünyalılar, benden daha çok kitap okumamı, daha çok film seyretmemi, daha fazla seyahat etmemi, daha fazla konsere gitmemi, daha fazla dinlememi isteyenlere kapılmak istiyorum.

bu da nereden çıktı derseniz ki bence son günlerdeki modum sebebi ile demezsiniz :) etrafa bakıyorum da bir estetik ameliyatı furyasıdır gidiyor, tüm kadınlar hali ile genç görünmek istiyor, rekabet yaman tabii, bunun yanında erkekler de bu duruma bir "dur" demiyor, ama kendilerini ne kadar geliştirmeye çalışıyorlar bu da ayrı bir konu!!

buradan tüm cinslere sesleniyorum, güzellik iyi bir şeydir de abartmamak lazım. ayol herşey tadında güzel!!


örnek: bu minvalde geçen kış vaktı geçmişte uzun süre birlikte olduğum bir kişi bana "neden herkes gibi giyinmiyorsun?" dedi mesela. düşündüm de onca süre anlaşılamamışım meğersem.

23.8.10

dans edesim var
deli gibi

bir de diyesim var;

eğer herşeyin bir sebebi varsa

işte karşılaşmamızın da bir sebebi var

hello

hello again

20.8.10

klişeler dünyasına hoşgeldiniz.

hooooooop. yine haftasonu. ayol zaman su gibi akıp gidiyordu da biz hala öyle mi oldu böyle mi oldu, şimdi ne dedi, şimdi ne yaptı, hava ısındı, hava soğudu geyikleri ile uğraşıyoruz. bir de klişeler ile... düşündüm taşındım hazır bir klişeler haftasını daha geride bırakıyorken aklıma gelen ya da bizzat şahsıma söylenmiş yadyadayada arkadaşlarıma söylenmiş, ya da arkadaşlarımın söylediği  klişeleri bir çatıda toplayım istedim;

* sen çok iyisin, ben sana layık değilim

* sen çok harikasın, ama benim için doğru zaman değil

* sen o kadar değerlisin ki sevgili olup da seni harcayacağıma seninle dost olmayı tercih ederim

* her ilişki mutlaka sonlanır

* seninle sevişmeyi çok isterdim ama çok başım ağrıyor

* sen süpersin, ben seni üzerim

off filanda falanda, neden kimse dürüst olamıyor ben bunu anlamıyorum. canım istemiyorsa canım istemiyor, içim çekmiyorsa içim çekmiyor, beğenmiyorsam beğenmiyorum, sevmediysem sevmiyorum. ben böyle pat diye bomba gibi düşecek ama dürüst olacak söylemlerden yanayım. lastik patladı şoför atladı ddıdıdıdı bıdıbıdıbıdı lar sanki çok mu inandırıcı?? bugünü "dünya klişeleri bir kenara bırakma" günü ilan etmek istiyorum. bunu ispatlamak için de "başım ağrıyor" klişesini sözlüğümden kaldırıyorum. hadi şimdi siz de bir tane seçin!!

not: bu herhangi bir kişiye gönderme yapan bir post değil, hem kadın hem de erkeklerin genel olarak başvurduğu klişelerin yazılı hale gelmesidir. pliiiiz don t take it personally or take it or leave it.

notnot: aklınıza gelen klişeleri isterseniz siz de yazın. sözlüğümüz genişlemiş olur ve de bu klişeleri duyduğumuzda ona göre tedbirlerimizi alırız.

notnotnot: bu arada bir ipucu, hiçbir kız "iyi" olmayı istemez. bakınız eternal sunshine of the spotless mind'da geçen diyoloğa;

 
CLEMENTINE What is nice, anyway?  I mean, besides an
 adjective?  I guess it can be an adverb,
 sort of.

CLEMENTINE (CONT'D) It doesn't reveal anything.  Nice is
 pandering.  Cowardly.

CLEMENTINE (CONT'D) And life is more interesting than that.
 Or should be.  Jesus God, I hope it is...
 someday.
  
CLEMENTINE (CONT'D) I don't need nice.  I don't need myself
 to be it and I don't need anyone else to
 be it at me.

19.8.10

infected souls, infected bodies

ingilizce başlık için kusura bakmayın. insan vücudunun garipliğini anlatmak için sanki ingilizce konuşsam daha etkili olacak gibi geldi. herkes bilir ruhsal sıkıntılar illa da bedeninizin bir yerinden çıkar. o sırada zayıf olan bir yerinden... mesela benim uzun yıllar önce bir panik hastasına dönüşmemde emeği geçen o zaman ki patronuma buradan bir selam göndermeliyim. işimden o kadar hoşlaşmıyordum ki, bu nefret o sırada zayıf düşen kafa sigortalarıma yansımış ve ben sürekli başı dönen, ayakta duramayan, yalnız kalamayan bir insan haline dönüşmüştüm. diyeceğim o ki ruh ve beden ilişkisi çok çetrefilli bir konu. daha geçen gün geçirdiğim şok üzerine hastalanan ruhum, dudaklarım vasıtası ile ağlamaya başladı. şu an beni görseniz, buna pişman olabilirsiniz. zaten bir düşünsenize bedenimizin içine hapsolmuş ruhumuzun durumu gerçekten içler acısı. kendi kendine sevinemez, kendi kendine üzülemez, kendi kendine ağlayamaz. bunların hepsi için bedenimizi kullanmak zorunda... işte benim ruhum da şu an dudaklarım üzerinde geziniyor, duvarlara vuruyor, koşuyor, bağırıyor  ve ben de sabırla  bekliyorum sakinleşsin, içini döksün diye... ayrıca ruhuma hep sormak istediğim bir konu var; ey ruhh :) seçme şansın olsaydı sen hangi bedende olmak isterdin?? bu konuya da bir sonraki post da değinicem. şimdi doktora gitmem gerekiyor !! bu dünya zor bir dünya sevgili dünyalılar ve ben de ona alışamadım.

18.8.10


lütfen  bir   gün   biri   beni   şaşırtsın.

17.8.10

mor

ah ah ah sevgili dünyalılar, yazamıyorum yazamıyorum... bir heyecan tufanıdır gidiyor. ülkemizdeki şu nazar olayına hastayım. insanlar o kadar kötüye göre programlanmış ki, iyi bir şeyler olunca hep aman "nazar değer" diye bizleri korku basmış. hal böyle olunca en zaman güzel şeyler olsa  içimde bir ses sürekli bana "aman çok sevinme, aman çok düşünme, aman kötüye de hazırlıklı ol" şeklinde uyarı mesajları gönderiyor. dolayısıyla da her bir gün "acaba??" yı yaşayarak gidiyorum. bir de böyle durumların "kimseye söyleme" halleri var. aman kimselere bir şeyler söyleme, anlatma, paylaşma. aaaaaaaay ee ne biçim dünya burası, başlıycam nazarına da gözüne de diyeceğim olucak biticek. ben evrene mesajlarımı gönderiyorum artık onları dikkate almak almamak ona kalmış.

not: öyle bir durumdayım ki, sabah kalk the national akşam yat the national. bu sebeple size oradan bir şarkı gönderiyorum... şöyle içinize çekesiniz, iliklerinizde hissedesiniz.

Anyone's Ghost (live at Castle Rock Session by Pitchfork.tv) - The National from Liliana Coimbra on Vimeo.

13.8.10

13.cuma'da yapılması gereken şeyler

1- sabah kalkmadan önce 13 kez yatakta dönmek- durmak

2- evden çıkmadan önce 13 kez aynaya bakarak elbiselerinizi kontrol etmek

3- işe gelinceye kadar 13 kez lemonworld dinlemek

4- iş yerinde cuma'nın da verdiği rehavet ile 13 kez facebook, 13 kez twitter, 13 kez blogger refresh etmek

5- cep telefonundan 13 kez arama yapmak ve 13 tane de arama gelmesini beklemek

6- 13 bardak su içmek

7- 13 kez tuvalete gitmek

8- 13 kişiye mail atarak "bu mesajı 13 kişiye gönderirseniz akşama öpüşüceksiniz" demek

9- 13 adet badem+ceviz+yaban mersini yemek

10- 13 tek sigara içmek

11- eve dönüşte 13 kere lemonworld dinlemek

12- içinden 13'e kadar saymak

13- gece olunca 13 kere sevdiğiniz bir aktiviteye tekrarlamak ve mışıl mışıl uyumak (yapamıyorsanız zorlamayın, bu madde için mazeret kabulü bulunmaktadır)

işte eğer bunları yaparsanız 13.cuma'nın lanetinden kurtulursunuz, yapmazsanız 13 erenler sizi bulup kanınızı emicek. benden söylemesi...

dooo, dooo, doooo, dooooo

hani bazen bir arkadaşınızın ya da arkadaşınızın arkadaşının şehir dışındaki, doğa ile iç içe olan evine gidersiniz. şehirden o kadar sıkılmışsınızdır ki burası ilaç gibi gelir. belki de aslında ev sahibi çok yakınınz değildir ama keşke bir neden olsa da akşam burada kalabilsem dersiniz. hatta ev sahipleri mayolarını giyip göle-denize gitsinler ama ben burada bu huzurun içinde kalakalayım. hatta ölsem bile olur, şu hamakta sallana sallana kendimden geçeyim dersiniz. sonra duu duuu duu duuuu duuuuuu dersiniz. işte lemonworld'de öyle bir şey. limondünyada yaşayan iki kız kardeşe misafir giden matt berninger'in hikayesi.

duduududududududuududududududuududududududududududuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuu
şahane!




12.8.10

içinizde kelebekler uçuşmaya başladı mı bilinizki 
başınız beladaaaaaaaaaaaaaaaaa

(ya bu -ki - eki ne biçim ektir çözemedim gitti)

10.8.10

31 şarkı'nın listesi hem de müzikli!!

işte bu kıyağımı kimse unutmasın, hele ki nick hornby hayranları hiç unutmasın. bakın mesela diyelim ki 31 şarkı kitabını elinize aldınız, okumaya başladınız. kitapta yazan şarkıları merak ediyor, herbir şarkıya ait hikayeyi okurken şarkıyı da dinlemek istiyorsunuz. yani ben öyle istiyorum. bu sebeple açıyorsunuz burayı, basıyorsunuz play'e, dinliyorsunuz. hayatı kolaylaştıran nöbetçi blogcunuz indis size bu hizmeti sunuyor. daha ne duruyorsunuz, basın play'e bakın keyfinize. filan da falan da filan. ne istiyorsanız onu yapun ama olurda bir gün sizde severseniz, ayyy yok yok olur da bir gün siz de özlerseniz, ayy o da diil olur da bir gün siz de okumaya karar verirseniz. aha da iste burada liste çalınmayı bekler şekilde duruyor. bilginize sevgili dünyalılar ve de dünyamızdan yüzlerce ışık uzaklıktaki uzaylılar. reverans!


not: sevgili gezginler, bu liste daha önce santa_bora fm'de yayınlanmıştır ama ben uyumuşumdur. kopya çekmedim ama unuttum :) özür özür.

9.8.10

ince deri

insan unutuyor.    mu    ?       yoksa sadece zaman birşeylerin üstünü mü örtüyor?    

dünyadaki varlığımız süresince sayısız şey yaşıyoruz. ve zamanı geldiğinde ya da zamansız olarak yaşadıklarımızın üstü ince bir deri ile kaplanarak geride kalıyor. yaşananları unutmak diye bir şey var mı bilmiyorum ama bana daha çok geride bırakmak diye bir şey var gibi geliyor. bir şarkı, bir fotoğraf, bir mekan, bir kıyafet, bir şehir geride kalanları getirmeye yetiyorda artıyor bile. bazıları depderin yaralar açmış olduğundan herhangi bir etken ile canlandıklarında, gözümde iki damla yaş olarak beliriyor, bazılarına gülüp geçiyor, bazılarını ise irkilenerek geri gönderiyorum, ama hepsi aslında ruhuma irili ufaklı dövmeler yapmış oluyor. aslında hiç oradan silinmiyor. değişmem de zor kabullenmem de... canımsın, cicimsin, biriciğimsin derken birdenbire "alo" bile demez olunuyor. yediğin, içtiğin ayrı gitmezken birdenbire nerede yaşadığı ne yaptığı bilinmez oluyor. hal böyle olunca hiçbirşeye değer vermemek, bağlanmamak, kalbini dinlememek de bir seçenek olarak beliriyor. ardından "hiçbir şeyden pişman olma" klişesi akla geliyor. iyi ama nasıl pişman olmazsın? eğer ruhunuzdaki o dövmeler sürekli acı veriyor ve kendini hatırlatıyorsa... bir yerlerden, uzaklardan bakıp da gözünüzde yaşlar beliriyorsa nasıl olurda pişman olmazsınız? yaşananlardan değil ama yaptıklarınızdan, söylediklerinizden, varılan sonuçtan...

şimdi oturup da geçmişe baktığımda bugünler ile ilgili yaptığımız şakaların gerçek olduğunu görmek ne kadar acı verse de, şimdinin içindeyken, o zamanlarda olanlar acaba gerçekten yaşanmış mıydı diye düşünmeden edemiyorum. 

aklımda bir kaç şarkı var ama içimden söyleyeceğim. hani içinde beni unutmalar olan. zaman ince bir deri kaplamak için bir ilaç ama asla unutturmak için bir reçete değil. esasen herşey hep orada kalıyor.

6.8.10

çok bilmiş blogcular için kompozisyon sorusu

neden
31 şarkı
inception
the black keys
dukan diyeti
dini bütün
sonbahar
tindersticks
hüzün
new model army
doyumsuz
saçmalık
dünyalı
nem
atlantis
yunus 
patrick duffy
mirel matyu
biz birlikte güçlüyüz
ihihihihiihiii


ey çok bilmiş blogcu, yukarıdaki kelimeleri bir paragraf içinde kullanınız

hmmmm. neden ? mesela sadece neden desem zaten aslında başka bir şey dememe gerek yoktur. özellikle de burada yaşarken hiç yoktur. bu aralar ülkede olup biten tüm abukluklara karşı neden sorusunu soruyorum. kendim için konuşayım çünkü bazılarınızı tanıyorum ve bazılarınızı tanımıyorum. ben kendim için bu kadar çabalarken, hep iyi hep iyi olsun derken, gelişirken, akıllanırken, güzelleşirken,  neden hak etmediğim birileri tarafından yönetiliyorum? neden takdir ettiyim, desteklediğim, gurur duyduğum insanlar yerine kusasım geliyor? tüm dertlerimi, sevinçlerimi şarkılarda bulmak zorunda mıyım? eğer bir kitap yazsaydım bu şarkılar üzerinden olur. bilen bilir, ben böyle bir şey istiyorum diye bana bülent somay'ın kitabını alanlar olmuştu. işte ben kös kös oturup sadece istemekle kalayım, sevdiğimiz kişilik nick hornby konuları sevdiği şarkılara bağlayan bir kitap yazmış, kitap da türkçe'ye çevrilmiş. 31 şarkı. acaba türk okuyuculara bir mesaj mı vermek istiyor? bırakın tek kişi takılmayı çift olun mu diyor?? hemen alayım dedim ve aldım. son zamanlarda korkuyorum ki eğer inception'u seyretmezsem beni dövecekler, seyredeceğim tabii de nedense yaz vakti ben sinema salonuna giremiyorum. ters geliyor. halbuki biliyor musunuz amerika'da en çok yazın sinemaya gidiyorlarmış, çünkü en serin yer orası!!!! amerikalilara kim aptal diyorsa bir adım öne çıksın, bakalım buna ne diyceksiniz?? ben sinema ya da dvd seyredemeyerek geçen günlerimi maksimum hızda müzik dinleyerek geçirmekteyim. son favorilerim the black keys. son zamanlarda ben amerikalı grupları gönül verdim. hatırlayalım gönül bu ota da boka da konuyor ama hep mi boka konar, bunu da kendim için kınıyorum. bu aralar bu aralar demişken, çantamda sürekli olarak taşıdığım kitap ne? dukan diyeti... melek yüzlü dr.dukan biz dünyalılar için yeni bir diyet  formülü geliştirmiş. aklıma yattı. haftasonu şu düğün dernek olaylarını bitiriyim pazartesi hemencecik başlıycam. vallahi yaa, jiddiyim. bu arada eğer amcanız, dayınız varsa haber verin, ülkemize dini bütün, namazında niyazında, nur yüzlü bir komutan lazım,  bari pozisyon yabancıya gitmesin. oydu buydu derken ağustos ayını da hızlıca tüketmeye başladım. zaten yazdan da bir şey anlamadım. bari sonbahar gelsin de kulaklarımız şenlensin, ruhumuz sonbahar moduna girsin. tindersticks biletlerim cepte, damardan hüzün almayı bekliyorum. bir de new model army var. aman bu sefer erken gideyim yoksa ghetto da vestiyer sorumlusu ile birlikte "everything is beautiful, cause everything is dying" diye bağırmak zorunda kalabilirim. doyumsuz dünyalıların, düşük çenelerine kurban giderek saçmalamalarını görmek istiyorsanız doğru yerdesiniz. aman orada kalın! zaten nereye gideceksiniz ki, bu sıcakta, atlantis e mi?? aramızda kalsın benim ellerimde perdeler oluşmaya başladı, havanın içindeki nem oranı hepimizi atlantisli yapacak. şöyle yunus gibi deniz dibinde aşağı yukarı yüzeriz, harika olmaz mı? istanbul nemler altında kalmış olur, adı atlantis olur. dallas ın bobi si yani patrick duffy (dizideki ismini bilene teşekkür edicem) mirel matyu ile konsere gelir. tbiletler 2 günde "sold out" olur. together we are strooonggg adlı şarkıyı söylerler. bizde perdeli ellerimizi tutuşur, yunuslar gibi iiiiihiiihiihiiii sesleri çıkarırız.  müthiş!! hayal dünyamda kayboldum bilee. 

5.8.10

3.8.10

bekarlığa veda, evliliğe merhaba, özgürlüğe ......... ???

yakın geçmişten bugüne bekarlığa veda partileri hem kızlar hem de erkekler arasında oldukça popüler bir etkinlik haline geldi. eskiden bu kutlamayı genelde erkekler yaparken şimdi kızlar erkekleri geçti. her türlü ince detayı düşünülmüş bekarlığa veda partileri düzenleyip erkekleri kıskandırıyorlar.

benim derdim kimin nasıl partilediği değil de, benim derdim acaba bu partilerde bir dilemmmmmaa var mı yok mu bunu anlayabilmek, zira "veda" genelde istenmeyen bir durumdur, sanki kendi isteğinle oluşmaz da böyle boynu bükük olarak gidilir gibi, sanki elde olmayan sebeplerden dolayı hoşçakal dersiniz... yani o zaman bekarlığa veda ederken bu durum bir hüzün içerir mi? eğer içerirse dans etmeler, eğlenmeler, şarkı söylemeler, sarhoş olmalar neyin nesidir? ee aslında kendi rızamız ile de evleniyorsak o zaman "bekarlığa veda" demek neden?? "evliliğe merhaba" desek daha yerinde olmaz mı?? nihayetinde  sevdiğimiz birisi ile hayatımızı birleştiriyoruz, arkadaşlarımız ile gülüp eğleniyor, felekten bir gece çalıyoruz.

aslında bu partilerde vahim olan bir şey var o da erkek/kadın striptizci ya da dansöz çağırmak. işte burada bence iş biraz değişiyor. evlendikten sonra artık sadece partnerini striptiz yaparken görebilecek çiftler "yahu hazır evlenmeden ben bir çıplak daha göreyim de ondan sonra bu defteri kapatayım" moduna geçip, parti gecesinde ne görsem kardır mı diyorlar??!!! off bu da çaresizce bir durum değil mi sevgili sevgililer?? tutsaklık mı bekleyen insanları, yoksunluk mu??

sonuçta diyeceğim o ki, herşey sonunda özgürlüğe omuz vuruyor. evlilik özgürlüğü engeller mi? aslında neden engellesin? istediğin işi yapabilirsin değil mi? istediğin yerde yemek yer, istediğin filme gider, istediğin kıyafeti alırsın değil mi?? ee istediğin tatile gider, istediğin sporu yapar, istediğin zaman uyursun değil mi?? bunların hepsini yaparsın, bazen yalnız yaparsın bazen iki kişi yaparsın... o zaman aslında hayatta var olan bir çok şeyi yaparsın. hayatta sadece bir şeyi yapamazsın, o da başka birisini beğenemez, başka birisi ile beraber olamazsın! evliliğin en can alıcı söylemi olan "özgür olamamak" demek ki aslında sadece bir tek konudan ibarettir.

peki soruyorum, evlisiniz, istediğiniz hiçbir şeyi yapamıyorsunuz ama başkaları ile birlikte olabiliyorsunuz, o zaman özgür müsünüz???

haydi hop, kırmızı top, sarsıcı konular bunlar, kafa karıştıran, ortalık bulandıran, hayatın özü, yaşamın tözü.

not that I'm against anything, it's that I'm confused about everything.