parasol'e özel arama kutusu

1.7.10

témmuuuzzzzz it is

bir ay daha "ay takvimin"den 2010 boşluğuna doğru yuvarlandı ve yerini témmuz'a bıraktı. témmuz okul yıllarında net bir tatil ayı olmuş olsa da, çalışma hayatım boyunca tatil yapmayı hiç sevmediğim bir aydır. her yer sıcak ve kalabalık olur, ama daha önce de bir çok kez ifade ettiğim gibi"never say never" sözcük grubu kapımı çalmış durumda. temmuz'un çoğu benim için tatil ile geçecek, ama önümüzde uzuuuuuuuun bir ay var detaylar nasıl olsa konuşulur. benim buradan dikkat çekmek istediğim iki konu var, ben 3 günlüğüne loooooooooooong haftasonu için datcha'ya gidiyorum ve şunları kaçırıyorum- ben yaptım siz yapmayın diye de bakın önceden söylüyorum!

1- hafta sonu jazzz festivali resmen başlıyor ve cumartesi günü tünel şenlikleri var. şuracıkta da program var. istanbul'un sıkıcı yazında eğlenmek isteyenlere şerbet olabilir nitelikte.

2- ama asıl asıl asıl beni çok çok çok ilgilendiren bir etkinlik daha var ki katılamadığıma gerçekten üzgünüm. 2010 kültür başkenti saçmalıkları çerçevesinde istancool (ne çirkin ve yapıştırma bir etkinlik ismi- bence) diye bir etkinlik var. bakın program şöyle:

1 Temmuz Perşembe

 “Efsane İstanbul” sergisi

2 Temmuz Cuma – Birinci Gün
Yer: The Seed
13:00 Istancool Resmi Açılış Gösterisi
Çağdaş Türk kültürü performansları
15:00 Edebiyat – Sir Naipaul bir romanından okuması
16:00 Medya Paneli – Financial Times Paneli: Dijital Medyanın Geleceği.
Konuşmacılar: FT.com editörü Robert Shrimsley, Dazed & Confused editörü Jefferson Hack, Wallpaper editörü Tony Elliott, Time Out kurucusu Tony Chambers
-İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından düzenlenen akşam yemeği daveti.
-Türk sanatçıların performansları.
 
3 Temmuz Cumartesi – İkinci Gün

Yer: İstanbul Modern
11:00 Edebiyat – Hanif Kureishi ve Elif Şafak çocukluk dönemlerinin edebi kimliklerini nasıl şekillendirdiğini konuşuyor. Her ikisi de Müslüman ülkelerde doğup, Avrupa’da yetişmiş, biri Asyalı erkek, diğeri Türk kadın yazarın buluşması
12:00 Sanat ve Fotoğraf – Michael Nyman ile film ve fotoğraf çalışmaları üzerine söyleşi
14:00 Moda/Eğitim – Vogue, tasarımcı Kim Jones’un portfolyosunu genç Türk yeteneklerle paylaşacak. (Özel etkinlik)
14:00 ‘Precious’ filminin gosterimi ve yonetmeni Lee Daniels ile soru ve cevaplar,
17:00 Philip Treacy ve Daphne Guiness ile şapkacılık üzerine bir sohbet.
 
4 Temmuz Pazar – Üçüncü Gün
Yer: Pera Müzesi
13:00 Özalp Birol ile Pera Müzesi tarihi üzerine söyleşi.
Suna ve İnan Kıraç Vakfı fotoğraf arşivinden eski İstanbul manzaraları
14:00 Stephen Frears, Vecdi Sayar ve Lee Daniels ile sanat filmleri ve bağımsız sinema üzerine söyleşi
15:00: Shekhar Kapur ve Alphan Eşeli, dünya sinemasının Kapur filmleri üzerindeki etkisini konuşuyor
16:00 Taner Ceylan ile çağdaş Türk kültürü üzerine kişisel bir söyleşi

görüldüğü gibi tasarım, moda, medya, dergicilik ne bileyim işte bu tür antin kuntin işlere meraklı olanların, mesela benim, gitmem gereken bir program ama ben ne yapıyorum? kızgın kumlardan serin denizlere dalıyorum, kendimi kınıyorum!

not: ne güzel bir fotoğraf değil mi? dünyaya asılı kalmış ve sürekli olduğu eksende dönen gezegen sakinlerinin fotoğrafı or güzel bir temmuz havasında salıncakta eğlenen insanların fotoğrafı.

30.6.10

 sanki       bir       daha      hiç     kitap       okuyamayacağım
sanki       bir       daha      hiç     kitap       okuyamayacağım sanki       bir       daha      hiç     kitap       okuyamayacağım sanki       bir       daha      hiç     kitap       okuyamayacağımsanki       bir       daha      hiç     kitap       okuyamayacağım sanki       bir       daha      hiç     kitap       okuyamayacağım sanki       bir       daha      hiç     kitap       okuyamayacağımsanki       bir       daha      hiç     kitap       okuyamayacağım sanki       bir       daha      hiç     kitap       okuyamayacağım sanki       bir       daha      hiç     kitap       okuyamayacağım sanki       bir       daha      hiç     kitap       okuyamayacağım sanki       bir       daha      hiç     kitap       okuyamayacağım sanki       bir       daha      hiç     kitap       okuyamayacağım sanki       bir       daha      hiç     kitap       okuyamayacağım sanki       bir       daha      hiç     kitap       okuyamayacağım sanki       bir       daha      hiç     kitap       okuyamayacağım sanki       bir       daha      hiç     kitap       okuyamayacağım

28.6.10

erkek dediğin cesur olur!!

erkek dediğin cesur olur, erkek dediğin ağlamaz, erkek dediğin duygularını açığa vurmaz, erkek dediğin sarılmaz, erkek dediğin sevilmekten hoşlanmaz, erkek dediğin adam gibi adam olur. offff feci sıkıcı klişeler. halbuki aslında cesur olması gereken erkeklerin içyüzü ürkek tavşanlar gibi... gerçekten... çünkü onları küçükten beri koruyup kollayan, öven yükselten anneleri var. hatta bir yandan annelerinin kuzuları iken bir yandan da babalarının OĞULLARI onlar -ki bu ne yaman çelişki bir düşünün!!

yani bir şeyler hissettiği için, üzüldüğü için, duyarlı olduğu için ağlayan bir erkekten daha iyi ne olabilir? duygularını konuşamadığı için kaçıp gitmek yerine, gözlerinizin içine bakarak ne istediğini söyleyen, konuşan, anlatan bir erkekten daha iyi ne olabilir? başarısızlığı göze alamadığı için hiçbir şeye dört elle sarılamamak yerine, istediği şeylerin peişnde tutkuyla koşan bi erkekten daha iyi ne olabilir?  duygusal çalkantılar ile yüzleşmekten korkmak yerine bunların karşısında durup başına geleceklere göğüs geren, sırtını dönüp "yokmuş gibi" yapmayan erkekten daha iyi ne olabilir? benim her zaman savunduğum şey kadın-erkek yoktur, insan vardırdır :) eğer hepimiz bu kadın- erkek meselesini bırakıp da insan meselesine bir gelebilsek herşey şahane olucak. "cesur" olmak zorunda olmayan erkekler olucak.

tabii ki toplumun erkeklere enjekte ettiği tüm nosyonlar sebebi ile cesur insanlar arkasına saklanmış ürkek tavşanlar görüyoruz çoğu zaman, ama vallahi açıkçası benim erkeklere diyeceğim o ki; 

 evet cesur olun, ama duygularınızı dışa vurmakta...

not: bir french connection reklamının bana söylettiklerine bakın ve hayal edin. hayal edin. hayal edin.

heart over mind

27.6.10

DON'T THROW ANYTHING AWAY,  
THERE'S NO "AWAY".

bugün bir gazete ekinde bu cümle yazıyordu. benim için çok çarpıcı, çünkü ben sürekli toplayan, biriktiren, atamayan biriyim. aslında ufak çaplı bir koleksiyonerim. kıyafetler, ayakkabılar, dergiler, cd'ler, takılar, kırtasiye eşyaları, kitaplar, kumaşlar, seyahatlerden topladığım biletler, afişler, leafletler, posterler, defterler, konser biletleri, anı niteliğindeki objeler, lerlerlerlerlerler.... yeni toplama konularımdan biri "plaklar"... evde kullanılmış kullanılmamış bir sürü lerler larlar. titiz, minimal, sıkılgan, takıntılı insanlar için hiç de ideal bir model değilim anlayacağınız, ama ben küçük koleksiyonlarımla mutluyum, bu sebeple de bazen atmam gereken şeyleri de atamıyorum. evde gereksiz bir birklim de olmuyor değil. şimdi "hiçbir şeyi dışarı atmayın, çünkü "dışarısı" yok" şeklinde çevirebileceğimiz cümleyi görünce sevindim. aylardır gerçekleştiremediğim  -yağmurlu bir gün kovalayıp evde temizlik yapma planları- mı artık dışarı atabilirim (bunu atabilirim çünkü bu bir düşünce!! ) aslnda düşününce, bizim kurtulmak amaçlı attığımız şeyler  sadece mikro düzeyde yok olan ama makroda baktığınızda hala hayatını devam ettiren şeyler, hem de bazıları çevre kirliliği dahi yaratabilir cinsten. velhasıl sevgili pazar gününü yaşayan dünyalılar, ben bu cümleyi gördüm içim rahatladı. demek ki atmamayı teşvik eden gruplar da var :) 

bu haftasonu da ne acayip bir haftasonu, sonisphere haberleri bir yandan, glastonbury haberleri bir yandan, akşama derbi maçı bir yandan, güneşli ve meltemli bir hava bir yandan, pikabımın tamir edilmesi ile birlikte yaşadığım plak dinleme mutluluğu bir yandan, sarhoş geçen bir gece diğer bir yandan, ardı arkası kesilmeyen indirim haberleri bir yandan... noluyoruz sevgili evren? kurtlarını  dökücek tek hafta sonu bu muydu??