parasol'e özel arama kutusu

3.4.10

bang- bang> tek atışlık cevaplar

en sevdiğiniz yemek nedir? en sevdiğiniz şarkı nedir? en sevdiğiniz şarkıcı kimdir? en sevdiğiniz kıyafetiniz hangisi? en sevdiğiniz arkadaşınız? en son okuduğunuz kitap?? en son seyrettiğiniz film?? en beğendiğiniz film??? en beğendiğiniz yönetmen????? en sevdiğiniz anneniz en sevdiğiniz babanız en sevdiğiniz eşyanız en sevdiğiniz en beğendiğiniz en bilmemneniz!!!!!!!!!!!

böyle sorular var. insanlar birbirlerine soruyorlar, tv de soruyorlar, röportajlarda soruyorlar, birbirini tanımaya çalışırken soruyorlar... yahu bu sorular ile karşılaşınca kendimi bi salak hissediyorum. aklıma hiç bir şey gelmiyor, ya da aklıma 10 tane şey geliyor. sonra düşünüyorum yani neden tek bir şey söylemeliyiz ki? bu soruları çoğul olarak sorsalarda biz de tavşan gibi araba farının önünde dona kalmasak! ama yani herkes benim gibi değil- bunu görüyorum. bazı insanlar bu sorulara çat diye cevap  veriyor. "evet, en beğendiğim yemek lahana sarması, en son okuduğum kitap "orangotanların üreme zamanındaki cilveleşmeleri", en sevdiğim grup "the booklets", en sevdiim şarkı "if I were you", en sevdiğim yönetmen archile spoonmaker, en sevdiğim bilmem ne bilmem ne..."  

neyse . ben bu soruların cevabını bulamıyorum, bulsam da diğer sevdiklerime haksızlık etmiş gibi oluyorum. geçen gün bir blog yazarı en sevdiği albümü yazmış ve sonra da okuyuculara "en sevdiğiniz albüm nedir?" diyesormuş. herkes de çatır çatır dökülmüş, benim ki şudur benim ki budur diye. blogger içgüdüsü benim de cevap vereceğim tuttu. allah sizi inandırsın bir baktım ki 10 albüm yazmışım "kızım sen bu toplara hiç girmesen keşke, olmayınca olmuyor"  diyesim geldi kendime. diyeceğm o dur ki; allahaşkına tek atışla bizi vurup yere düşürmeyin, kurşunlar bitene kadar saydırın bari bir işe yarasın!!

bunun üzerine geçen gün uçakta kendi kendime yazdığım "tamamını sıkılmadan dinleyebileceğim albümler" notu geldi. hiç arşive bakmadan karışık düzende.. sonra buraya yazayım dedim ama baktım ki yine haksızlık olucak, bıraktım öyle listeyi, üzmedim kimseyiiiiiiiiiiii :)

1.4.10

chileeeeeeeekkkkkkkkkkkkkkk

pazara gittim mis misss kokulu çilekler aldım sezonun ilk çileğini yiyip ananemin öğrettiği gibi bir kahkaha patlatayım dedim guzelce kaba koydum suda beklettim suyu süzdüm sapını kopardım bir tane ağzıma attım kahkahayı atayım dedim aaaaa atılmıyor bir tane daha yedim bu da çilek mi dedim sadece kokusu var kendisi yok aman sakın almayın daha çilek koku var tat yok benden söylemesi tecrübe konuşuyor birileri bizimle oynuyor. bööööğk
aklıma bir çocukluk şarkısı geldi
pazara gidelim
bir tavuk alalım
pazara gidip bir tavuk alıp naapalım
hapur hupur yiyelim!!
(: :)

serbest çağrışım- gündelik şeyler

serbest çağrışım freud'un bir akıl kusması yöntemi ama ben bugün kendi serbest çağrışımımı yazıcam, bir kusma değil çünküm konseptli !yani:  seviyorum işteeee var mı diyeceğiiiin!!!

* dolmakalemin kağıt üzerinde kayarak yazmasını

* tam kışlık parfümün bittiğinde dutyfree civarlarında olup yazlık parfümümü satın almayı

* arabada kendi seçtiğim şarkıyı en yüksek ses ile dinlemeyi ve bağırarak söylemeyi ve herkesin bana deliymişim  gibi bakmasını

* jiddi grupların pop şarkılarını cover'lamasını (örnekse manic street preachers > umbrella)

* eski arkadaşlarımın "aklıma düştün bir arayayım dedim" demesini

* saatler sonrasında deriiiiiin bir nefes çektiğim sigarayı

* sokakta buzzzzzzzzzzz gibi bira içmeyi

* her bir etkinliğe gitme çabalarımı

* kırmızı ojeyi

* eski eşyalardan kurtulmayı, biten makyaj malzemerini- sonlanan kremleri çöpe atmayı

* kışlıkları hunharca kaldırıp yazlıkları baş köşeye koymayı
* yeni ofisimiz için- zevkine güvenilir kişi olarak- tabak çanak alışverişi yapmayı

* balkonumdaki saksılara yeni çiçekler ekmeyi

seviyorum.  

aslında tabii ki daha çok çok çok çok fazla şeyi de  seviyorum da bunlar bugünlerde beni sevmeye zorlayan şeyler... yo yo yo yoooo bir sevgi kelebeği değilim, bir polyanna hiç değilim!

31.3.10

. benden size bir b side .
. resmin içinde.
. etkisi geçene kadar .
. bu aralar .
. böyle .
||
. noktaları birleştirmece .

yani kısacası tıklayın noktalara, ulaşın şarkıya
ps: noktalar damien hirst, çizgiler indis

29.3.10

meraklısı için 3 günlük londra maceraları

"ayyyyy bir londra da londra, başlıycam senin londra'na!!" diyen sevgili gezegen sakinler  bu yazıyı okumasın! ki bunu anlayışla karşılayabilrim. "neden durup dururken ben londra'ya gittim" diye kendime sorarsam, kendim de bana "sıkılmıştın, bir konser macerası arıyordun, uçak bileti almak için birikmiş puanların ve birlikte takılabileceğin bir arkadaşın vardı" derim herhalde... tam olarak ben de kendimi anlamış değilim zira aslında sıfır param vardı. neyse işte tüm bu imkanlar ve imkansızlıklar bir araya geldi ben de gittim. kısa ve öz şunları söyleyebilirim:

-----sergi köşesi -----------

archile gorky-tate modern -

aslında sergiyi gezmeden önce gorky'i çok iyi bilmediğim için çok da heyecanlı değildim, ancak adam Van'lı bir ermeni çıkınca birden olay ilginç hale geldi. gorky'nin işleri çok soyut ki beni pek cezbetmez ama hikayesi çok hüzünlü. ne olduğu belli olmayan malum ermeni göçü durumları sırasında rusya'ya giden bir sanatçı, hayatının sonunu kendisini asarak getirmiş. maalesef en çok ziyaretçinin geldiği tate modern'de turklerın yaptığı soykırımdan bahsediliyor, insan kendini kötü hissediyor, noolurdu ki insanlar topraklarından ayrılmasaydı, dünya çağında başarılı sanatçılar, müzisyenler bu topraklarda büyüseydi.... neyse  merak edenler için sergi detayı şu, sanatçının kısa özeti ise şurada.

henri moore-tate britain-


henry moore'un heykellerine bakınca aslında basit formların bile çok fazla şey ifade edebileceğini anlıyorsunuz. sadece iki küçük kıvrımla en yoğun duyguyu verebilen heykeller. çok çok güzel bir sergiydi, çok meşekkatli bir iş, el emeği göz nuru, bu insanlar karşısında kendimi çok aciz hissettiğimi söylemeliyim galiba... sergi de işte burada.

chris ofili - tate britain-

nadir bulunan zeeenci ve de genç sanatçılardan biri olan ofili'nin harika ama harika ama harika işleri var yalnız tek sakıncası, her bir tuvalinde koccccaman fil b.okları var, bu durum  3 tuvalden sonra oldukça rahatsız edici olabiliyor, aslında hepsi boncuklar ve simler ile süslenmiş ama ne de olsa b.k b.ktur !!! rengarenk, eğlenceli, neşeli, yaratıcı nefis nefis !!bakınız şu linkteki resimlerde görünen yuvarlak şeyler.

irving penn- national portait gallery-


1960'lardan bu yana çekilen en güzel fotoğrafların ve vogue'un sanatçısı irving penn'in sergisi de müthişti, son 50 yıla damgasını vuran insanların portreleri... hepsi o kadar güzel çekilmişti ki adeta portlerin içinden geçip ruh hallerini görebiliyordunuz. irving penn geçtiğimiz günlerde bu dunyaya veda etti ama bence fotoğrafları bu dünyada çok uzun yıllar hayranlıkla seyredilecek. bu sergi de şuradan izlenebilir.

-konser köşesi --


giriş -- londra'ya gidiş bahanem askında royal abert hall'daki arctic monkeys konseri idi. 40 poundluk biletler çıktığı an tükenince, bizde biletlerimizi günler önce, ikinci elden çok daha yüksek bir bedel ödeyerek almıştık.

gelişme - konser günü giyindik süslendik, hiç yapmadığımız bir şi olan taksi tutma işini, o gecenin şerefine gerçekleştirdik, salona erkenden gittik, kapıda sıraya girdik, sıra bize geldi, biletleri verdik, biiiiiiiiiiiiiiippppppppppp, biletler scan edilemiyor!! amanın!!! görevli bizi ana gişeye gönderdi, ana gişedeki müdür biletlerimize baktı, "bu biletler re-print edilmiş ve ilk sahibinin adını söylemezseniz giremezsiniz" dedi, biz söyleyemedik, bizim gibi söyleyemeyen başka insanlar olduğunu gördük, mağdurlar kümesi olarak bir süre bekledik, bize yardım edemediler, dolandırılmıştık!! shooot!!

sonuç - naapsak naapsak dedik, gişede 25 pound'a bilet satılıyordu, birbirimize baktık, "bas bas paraları leyla'ya bi daha mı gelicez dünyaya" dedik (zaten başıma herşey bu avam felsefe sebebi ile geldi),  biletleri aldık, içeri girdik, ve mutlu son :) :)

arctic monkeys yirmili yaşlarının ortalarında çok genç insanlardan oluşmasına karşın, bence, çok iyi işler yapıyorlar. konserde ne  bir şımarılık, ne de seyirciye yaranma çabası olmaksızın, geldiler bangır bangır çaldılar, sürprizsiz- düz- temiz-tatmin edici bir konser kotarıp, beni çok memnun ederek gittiler, yaklaşık 3 saat yüzümde bir gülümseme ile oturdum, sevdiğim şarkıları çaldılar, baterist matt helder harikaydı, alex turner'ın lirickerine ve bestelerine diyecek laf yok, ayrıca yeni saç kesimi de çok güzel olmuştu.

diğer  köşesi - -

bunların dışında bol bol güzel yemek, bira, shoreditch, rough trade, carnaby filan da falan da hepsi yapıldı. yine gecenin kör karanlığındaki uçak ilen geri dönüldü. tabii ki kızlar çok güzel, erkekler çok yakışıklı ve herkes çok özgün ve özgürdü.

kötü not 1: bugün turkcell den aradılar, ayfon'umdan girilen internet bedeli alarm çaldırmış, ben de paradan yana şans olsa zaten puanla bilet almazdım, şimdi tel faturası ksımetsizliği çıktı. rakamı söylemiycem kimsenin dudağı uçuklamasın!! yine dolandırıldım galiba!!

iyi not 1: ikinci el biletlerimizi aldığımız seatwave bugün bize paralarımzı geri ödeyeceğini söyledi, artık tel faturasına itirazım kabul edilmezse bir kısmını ordan öderim!! pehhhhhh!

nötr not: diyeceğimi unutum

tüm sevgili dünyalılara istedikleri kadar para ve seyahat edecek kadar puan toplamalarını diler, limon satmak için pazara doğru yollanırım!!

     

    3 gün boyunca 
    yürüdümyürüdüm yürüdümyürüdüm yürüdüm 
    yürüdüm yürüdüm yürüdüm yürüdüm yürüdüm 
    yürüdüm  yürüdüm yürüdüm 
    yürüdüm  yürüdüm 
    yürüdüm 

    28.3.10

    PARLAAA! PARLAA!

    uzaklardan çok uzaklardan bir şarkı gönderiyorum. and it goes ...

    mücadele etmek için asker olmanıza gerek yok
    ama yine de içinizde bir savaşçı olmasına izin verin,
     kahrınızdan ölmek için bir şair olmanıza gerek yok
     zaten sizi ödüren içinizdeki ufak tefek dertler,
     herkes kötü ayrılıklar yaşar
    biraz acı biraz keder...
    geleceği boşverin
    ve 
    şarkı söylemeye devam edin!!