parasol'e özel arama kutusu

5.9.09

hayko

maalesef feci bir saba tümer programına takıldım ama nedeni hayko cepkin in konuk olması. müzikal olarak atıp tutacak kadar bilgi sahibi değilim lakin onu seyrederken düşündüm de bu ülkede daha çok hayko cepkin olmalıydı, daha çok farklı ve tekil insan olmalıydı, bir sürü değişik yaşam tarzı ve bunun yaşama yansıması olmalıydı, böylece hem kopya kopya kopya kişilikler ve görünümlerden kurtulur hem de hoşgörülü olmayı öğrenirdik.

sevgili dünyalılar son yıllarda öğrendim ki hoşgörü önemli meziyet, bir çok şeyi de çözüyor. insanları dinleyip anlamadan dertleri nedir öğrenmeden kapıları kapayıp bir de üstüne yargılamayı başladınız mı işte yanlış bir yola sapmış oluyorsunuz. ben bundan kaçınıyorum ama tam tamına başarılı mıyım? henuz diil.

not: saba tümer in bu kadar başarısız bir programcı olup bunun tersine bi o kadar da ünlü olması ilginç. bir zeka pırıltısı olmalı ama ben göremiyorum. kötü sorular, kötü bağlamalar, kötü muhabbetler, kötü kahkaha..bir de feci kiyafetler... hoşgöremedim bakın!!!

duyuru

nick cave in yeni kitabı bunny munro'nun ölümü bugün çıktı. ayrıca kendisi kitabı cd ye de okumuş bulunuyor.

4.9.09

MÜTHİŞ NAZİ HANS LANDA

eveet, sonunda beklediğim an dün gece geldi ve "soysuzlar çetesini" görme şansını yakaladım :) tabii ki her zaman olduğu gibi, sadece amatör bir film izleyicisi olarak bi şeyler söyleyebilirim. öncelikle ben çok beğendim. tarantino filmlerini izlerken ben bi hikaye takip edip ona kendimizi kaptırmanın doğru olmadığını düşünüyorum. yani bu ne demek? mesela soysuzlar çetesi bir nazi- yahudi filmi değildir. bu konu üzerine kurulmuş fantastik bir filmdir. en azından ben öyle seyrettim. zaten tarantino da bence bizi hep bu duyguya hazır tutuyor. mesela soysuzlar çetesini tanıtırken birden bire pulp fiction ya da death proof da da olduğu gibi, çitonk diye bir yazı geliyor ve ekran donuyor. filmden çıkıyorsunuz ve birden bire başka bir yere gidiyorsunuz. işte ben film boyunca nazi-yahudi konusuna kafayı takmadan seyrettim. ben aslında tarantinoyu seyrediyorum. onun deli aklını, hayal gücünü, birikimini, kabiliyetini, heyecanını.. bayılıyorum kendisinin zekasına :)

en en en etkilendiğim şey hans landa (christoph waltz) oldu. filmin 1.bölümünde hans landa ile fransız çiftçinin diyaloğu benim için filmin tümüne vereceğim notu belirlemişti bile. son zamanlarda oyunculuğundan bu kadar etkilendiğim birisi olmadı hatırladığım kadarı ile... ne kadar nazik, ama bi o kadar da stres dolu, ne kadar güler yüzlü ama bi o kadar da korkunç, ne kadar güzel fransizca konuşuyor ve bi o kadar da ingilizce ve italyanca ve almanca vesaire vesaire... bu aktörü daha önce seyretmemiş olduğuma üzüldüm açıkçası.

filmdeki tüm diyaloglar çok zekice ve beni her seferinde fetheden dialoglardı. bu da tarantinonun marifeti tabii ki.

görsel olarak da dramatize edilmiş ölüm sahneleri, kostümler, kamera hareketleri, dekor hepsi çok çok marifetli ellerden çıkmıştı.

brad pitt e de geleyim, çünkü sanki bu filmin en iyi oyuncusu gibi lanse ediliyor- ki bence hans christoph waltz'dur- kendisinin allah vergisi bir aksan kabiliyeti var nazar değmesin ve bu meziyet ile de çok etkili olabiliyor. soysuzlar çetesinde de öyle... bence kendisi bu filmde, müthiş yoğun çalışılmış bir karakter yaratma başarısına imza atabilir.

işte böyle sevgili dünyalılar. insanın zekisi bi başka oluyo (diyerek büyüüüüük bi laf ediyim). benim de onlara zaafım oluyo. hadi hayırlısı..

3.9.09

NOSTALJİ KÜLTÜRÜ

niyet etseydim bir lisans daha bitirmiş olacaktım, 4 senedir bir master yapıp btirmeye çalışıyorum. artık neyseki sonuna geldim. geçen gün bir ödev üzerinde çalışırken de postmodernizm ile ilgili bir çok şey okumak zorunda kaldım. şu an içinde bulunduğumuz yaşam biçimi postmodernizmin ta kendisi. modern zamanlardan sonrası yani. modern zamanların her türlü esasını yıkıp yerine karmaşa, çeşitlilik, düzensizlik, kuralsızlık getiren postmodernizm. bu da piss kapitalizmin bir ürünü işte. bu sıkıcı şeylerle kafa ütülemeyeceğim tabii ki ama çok sık denk geldiğim ve kendimde de bulduğum bir öğe var bu postmodernizmde. noltalji kültürü die bi şi. yani içinde bulunduğumuz zamanlar o kadar yüzeysel, derinikten uzak, meta odaklı ki, geçmişe özlem duyuluyo. daha çok filmler üzerinden ilerliyo bu iş aslında.

ama ben kendi küçük dünyama da uyar die düşünüyorum. kendimde ve küçük dünyamda bulduğum esintilerden bazıları bakın şunlar. mesela vintage olayı. eski kıyafetler ve eski eşyalara olan beğeni, onlardan edinme isteği, 1970 ve 80 lere ait modalar ve trendlere özlem, radyo dinleme merakı, tv den nefret etme, sinemada film seyretme, romantizmden hoşlanma, modern sanata karşı olan beğeni, kendi çektiğim fotoğrafları modern foto programlarında eski efekti ile oynama merakı filan falan. çevreye de bakarsanız mesela plak merakı, plak pazarları, özellikle facebookta yer alan bazı etkinlik ve mekanların tanıtım fotolarının 1970 ya da 80'lerden kalma kareler ile süslenmesi ve bu şekilde temsil edilmesi...

heeey, çocuklaaaar, biliyormusunuz ki siz postmodern zamanda noltalji kültürü hastalığına kapılmışsınız, pek tabii ki ben dee..

2.9.09

hey, dünyanın tüm kaybedenleri!
yalnız değiliz

1.9.09

here comes the rain again

işte bugün teorik olarak sonbaharın ilk günü ve pratikte yağmur yağdı!! eğer 1 aralık da da kar yağarsa o zaman mevsimlerin aylar üzerinden dağılımı bayağı bir gerçeklik kazanabilir. şimdilik bugün yağmur yağmasını hoş bir tesadüf ve sürpriz olarak dimağlarımızda saklayalım.

eylül güzel bir aydır. kavurucu sıcaktan sonra içilen buzlu sudur :) , sinemadır, sokaklarda gezme, yağmurda yürümedir, akşamları mont, gündüzleri pantolon, sabahları hırkadır, akdeniz de tatildir, yanık tendir, barlara gitmeye başlamaktır, yeni kıyafetlerdir, moda dergileirnin kalın sayılarıdır, ürpermektir, sarıdır, iki senede bir bienaldir, robinson ziyaretlerinin başlandıcıdır, kadıköy de alacakaranlıkta yürümekdir, son Moda günleridir, nestcafe ve kitaptır, açık ayakkabı ile dışarı çıkıp ayakların ıslanması kalın bluzla dışarı çıkıp öğle saatinde sıcaktan bunalmaktır, biraz hüzün, biraz karanlıktır, değişimdir....

işte harikadır! hoşgelmişsin sonbahar, seni çok özlemiştim :)

31.8.09

alınverinalınverinalınverin

şu yerlerde sürünen ekonomimizi -güya- şahlandırmak için yeni bir reklam kampanyası var; alınverinalınverin.. yani neresinden tutmalı bilemiyorum. benim hoşuma gitmeyen 2 şey var. bunlardan biri reklamın formülasyonu, ikincisi de reklamın verdiği mesaj.

fromülasyon dediğim şey, cehaletim sebebi ile muhtemelen yanlış dediğim bir şey ama olsundu nihayetinde serdar erener ile bir münasebetim olmamasına verin :) ben bu reklamı seyrettikçe ya da dinledikçe, trt spikerlerinin, doğru vurgulamanın, fonetiğin, noktalama işaretlerinin, aksanın, yani ağzımızdan çıkan tüm seslerin ne kadar önemli olduğunu fark ettim. bu reklamlarda kendi alanlarında önde gelen karakterler çiçekçi teyze, bakkal amca, jön simitçi filan olmuşlar, uzun uzun konuşuyor, ezberledikleri metinleri f(p)ırtlatıyolar. yani ne diyeyim, hepsi feci ötesi. ne vurgulama doğru, ne tonlama, ne akıcılık var ne de doğru telaffuz. benim dinledikçe kulağım tırmalanıyor, çaat nerede çıkarlarsa kapatıyorum..

reklamın verdiği mesaj ise daha da vahim. koca koca koccccaman türkiyenin ekonomisi bizim sakız, gül, simit ve oyuncak almamıza mı kaldı. vah halimize. koca koca kocccaa devlet de herhalde koltuğuna oturmuş, bizim bakkal, çiçekçi ve simitçi arasındaki koşuşturmamızı ve ekonomiği bu şekilde canlandırma çabalarımızı laurel hardy seyreder gibi seyrediyor (yani şöyle ki siyah beyaz insanlar hızlı çekimde bir simitçiye bir çiçekçiye bir bakkala gidiyor, bu arada bir dişliye ipler ile bağlılar, onların yarattığı enerji elektiriğe dönüşerek kocaman ekonomi çarkını kıpırdatmaya çalışıyor). yahu devlet baba, şekerim, bak ne diycem, sen benim maaşımdan zorla aldığın vergileri biraz hafiflet bak ben neler alıcam. ööle sakız, simit filan devede kulak kalır. ayrıca sana inat diil mi. almam almam!! sen önce bi ver sonra alırsın..

herşeyi bizden beklemeyin ayol biraz da siz bu dünya malına yönelik bi şi yapın, hep öbür dünyaya hep öbür dünyaya çalışıyorsunuz. aşkolsun !!!

30.8.09

kardeşin kardeşe ettiği

bi tane hemcinsim kardeşim var. kendisi ile hayatımızın çoğu kavga ederek geçmiştir. özellikle küçükken, yaş farkı daha bi kendini gösterdiği zamanlarda, birbirimizden hiç mi hiç hoşlanmadığımız çok zaman olmuştur. zaten benim küçük yaşta yatılı okula gitmem ve sonrasında hep yatılı okumam sebebi ile de oldukça uzun bir süre birbirimizden uzak kalmışızdır. büyüdükten sonra ise arkadaşlık kıvamında düzeyli ! ve çok hoş bir ilişkimiz olmuştur. kardeş çok özeldir ve iyiki de tek çocuk olmamışım. kardeşimle defalarca kez kavga etmiş defalarca kez barışmışımdır ama bu annem ve babam dışında başka kimseyi etkilememiştir. sonuçta bizim gibi ölümlülerin kavgası kimi etkileyebilir ki?

ama işte noel ve liam galagher kavga edince, bu iş büyük bir kitleyi etkileyebiliyor. haberin detayı için buraya tıklayın . oasis in bir türlü birbiri ile geçinemeyen iki kardeşinin kavgaları yüzünden grup dağıldı hem de bir konser arifesinde, hem de daha yapmaları gereken başka konserlerde varken. bu sorumluluğu göz ardı etmek ne demek? bence iki adet büyük büyük büyük kocamaaaaan ego demek! bu olay ilk kez olmuyor tabii, daha önceleri de ukala ve snop olduğu bilinen küçük kardeş liam gruptan ayrılmış ve yerine kara kaşlı kara gözlü (gözleri kara değil ama lafın gelişi) ağabeyi noel, tüm zorlukları göğüsleyerek vokal görevi üstlenerek grubu devam ettirmeye çalışmıştı. hatta gruptan ayrıldığı günün yine bir konser arifesine gelmesi sebebi ile liam konseri balkondan izlemişti. yani ağabeyin yerinde olsanız naparsınız? ben olsam kardeşimi bi güzel pataklarım :) küstahlığın böylesi!

şimdi belli ki artık küçük kardeş ağabeyi o kadar delirttiki, akıllı -uslu- karizmada kardeşine yaklaşamamış ağabey kapıyı vurup gitti.

şimdi bi de diğer grup üyelerini düşünün, kardeşler kavga etti grup dağılsın, kardeşler kavga etti vokalist değişsin, kardeşler barıştı grup toplansın, liam ağlıyor grup onu güldürmeye çalışsın, noelin çişi geldi grup onu tuvalete götürsün! ben grubun yerinde olsam "hay sizin gibi kardeşlere başlarız" diyip çekip gider, kardeşlere manevi tazminat davası açar, kendime kan bağı olmayan üyelerden oluşan bir takım kurardım :)

buradan noele bildik bir şarkı gönderiyorum :)

Cos all of the stars
Are fading away
Just try not to worry
Youll see them some day
Take what you need
And be on your way
And stop crying your heart out