parasol'e özel arama kutusu

19.3.10

ben olsam naaapardım!!

işte istanbul koordinatlarında yaşamına devam eden sevgili dünyalılar, bir "ben olsam naaaaaapardım" bölümüne daha hoşgeldiniz. tabii ki bu belki de ilk ve son bölüm. şimdi sizlere "ben aslında gerçekte olsaydım bu aralar naaapardım" onları söölüycem:

 * filmfilm > şehrimiz önümüzdeki günlerde film festivali sebebi ile bir bombardımana tutulacak ama ondan önce ben olsam şuradaki filmi seyreder ama şuradaki filmi aslaaa seyretmezdim. anadolunun kayıp şarkılarını henüz seyretmedim ama çok istiyorum umarım bir gün olur!!! ve fakat bunca yakışıklı bir araya gelir de bir b..k olmaz mı??? olma olmaz olmaz vallahi. dilmize "özel kuvvetler" olarak çevrilen filmi seyrettim ve  bence feciiii bir zaman kaybı!! hiç tavsiye etmem.

* kitapkitap > her yer kitap doldu dolmasına ama ben okuyamıyorum o başka... ben olsam  daha önce de bahsettiğim buu kitabı ve bir de şuuu kitabı (ki fantastic mr fox'u seyretmediyseniz ya da beğenmediyseniz tıklamayın bile) almayı, okumayı, sarılıp yatmayı çok isterdim.

* konserkonser > ah aaaaaahh benim derin yaram konserler.... ben olsam bu akşam şu konsere ve keşke ben iki olsam yarın akşam şu konsere  ve muhakkak  şuracıktaki konsere gitmeyi gayet çok isterdim. neler geliyor ve kaçıp gidiyor şu dünyada...ama şımarıklık etmiyeyim ki ben haftaya cumarttesi şu konserde olucam, ölmez de sağ kalırsam.

* en çok en çok > ama biliyor musunuz aslında bunların hiçbiri olmasa bile ben şuradaki yunan adasında hafta sonumu geçirmeyi ve herşeyi unutmayı isterdim.

herkese bol güneşler, tabii ki eğer istiyorsanız!!

17.3.10

soyumun kahyası mısınız?

geçen gün otel odasında haberleri dinlerken, nadide ülkemizde gelişen harika bir olay yine sinirlerimi hoppidi hoppidi oynattı. yahu bu ülkede millet amma da hükmetmeyi, başkalarının hayatına, özgürlüğüne, soyuna sopuna karışmaya  meraklıymış. meğersem artık mart ayındaki bir günden sonra donör vasıtası ile bebek yapmaya kalkan insanlar, onlara yardakçılık eden kişiler, tavsiyede bulunan doktorlar, destek olan akrabalar, uçağı kullanan pilotlar, vize memurları hepsi hepsi hapis cezası alacakmış. "aaaaaaaaaaaa, haydaaaaa" dediniz değil mi? hatta bu saçmalığın gerekçesini de çooook merak ettiniz ya da tahmin ettiğiniz "günahtır!" dediniz. evet muhtemelen günah ama bu yasağı koyanların açıklamasını söylüyorum, DİKKAAAT!! "türk soyunu korumak!!"

vallaaaa yuuuuuuuuuuuuuuh, çürük yumurta attım!! bu arada ufak bir açıklık getireyim. bağışçılar vasıtası ile yumurta ya da sperm alarak bebek yapılıyor ve anne baba olmak isteyip de olamayanlar mutluluktan uçuyor. bunu da  bu ülkede yapamadıkları için kıbrıs'a filan gidiyorlar, bağışçılarda genel olarak başka ülke vatandaşları oluyor. şimdi artık bunu yaparsanız hapse giriyorsunuz. neden? çünkü turk soyunu korumadığınız için. yahu ne soyu be adamlar insanlar hayatlarının hayalini gerçekleştiriyor ne soyu sopundan bahsediyorsunuz? hem madem bu soy konusuna takıldınız alın size benden harika bir öneri. hem de daha kesin bir çözüm. türklerin yabancılarla evlenmesi yasaklansın, yabancılar ile evlenenler dipsiz kuyuya atılsın. hep aynı soyumuz aynı soyumuzla çiftleşsin dursun. ne o öyle gavurlar ile kaynaşıyoruz, soyumuzu bozuyoruz!!

not1: yani allasen nasıl kontrol edicekler bunu her hamile insana dna testi mi yapacaklar? işgüzarlık işte..

not2: ben dünya vatandaşıyım kardeşim, ne istersem de onu yaparım, siz (hükmedenler) kendi aranızda kumda oynayın, birbiriniz ile yavrulayın

16.3.10

yalan dolan yalan dolan

"hiç yalan söyledin mi?" sorusuna hayır diyecek biri var mıdır, varsa da doğruyu söylüyor mudur?  dün tarihli radikal'de jean michel rabate ile,  yani "yalanın etiği" adlı bir kitap yazan kişi ile röportaj vardı. bence oldukça düşündürücü bir konu, bu sebeple de röportajı okuyunca kitabı edinmek ve hemencecik okumak istedim ancak henüz türkçe çevirisini bulabilmiş değilim!! madem türkçesi yok ise o zaman neden sanki varmış gibi üzerine konuşulmuş bunu da henüz çözmüş değilim. neysee..

yalan kelimesine kendimi çok yakın hissediyorum çünkü itiraf etmeliyim ki gençliyim boyunca anneme ve babama sürekli yalan söylemek zorunda kaldım. bunu istemezdim tabii ki ama despotizm beni bir yalancı haline getirmişti. yalan üstüne yalan üstüne kaymaklı yalan.... şu an bana sorsalar; "çocuğunuz size yalan mı söylese daha iyi yoksa erkek arkadaşının adını mı" diye tereddütsüz ikincisini seçerdim.  eğer size sorarlarsa da tavsiyem sizin de ikincisini seçmeniz, bu arada umarım kızınız vardır yoksa durum biraz karmaşık olabilir!!


alışmış kudurmuştan beterdir atasözünün doğrultusunda yalandan bir türlü kopamadığımı belirtmek isterim. özellikle de kendime söylediklerimden. mesela; "bu hafta spora başlıyorum", ya da "cumartesi günü spor merkezine yazılacağım", or "izmir deki otelde her akşam havuzda yüzeceğim", oder "bu ay kesinlikle alışveriş yapmayacağım". içimdeki ben, bunları tekrarlayıp dururken içimdeki diğer ben de kıs kıs gülüyor, içimdeki biri yalancı çobana dönüştü ve artık içimdeki diğeri ona hiç inanmıyor!! bu arada anti parantez kendim dışında kimseye yalan söyleyemez oldum, ben de saflık derecesine varan bir dürüstlük huyu var ve bence bu günümüz koşullarında aptallığa tekabül ediyor. bu kötü huyu nereden edindim onu da çözemiyorum. ama bu da başka bir konu oluversin.

kendi kendime yalana örnekse: şu an izmir deki otelin yatağında miskin kedi modeli yatmaktayım. bir yalanı kendime itiraf etmekle başlayacak her şey lililililiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii!!

15.3.10

aileniz sizi dinliyor, patronunuz sizi dinliyor, sevgiliniz sizi dinliyor, iş arkadaşınız sizi dinliyor, terapistiniz sizi dinliyor, gişedeki bilet  memuru, cafe'deki garson, otoparktaki görevli, resepsiyondaki kız, taksideki şoför...
hepsi, hepsi sizi dinliyor.

onlara, anlam ifade edecek bir şey söylemeye hazır mısınız?

NICK VEASEY- BEN SENİ ÇOK SEVDİM

kendi kendime buralarda atlayıp zıplarken, her hafta bir sanatçı seçip onun işlerini parasol'ün açılış fotoğrafı olarak  sergiliyorum. sanatçı bunu biliyor mu? yok. başkası biliyor mu. yok. ama ben yapıyorum. geçen hafta ki misafir sanatçım nick veasey'di. nick özel makinalar ile x-ray fotoğraflar çekiyor. ben bayıldım bayıldım ve sizlerle paylaşamadığım diğer fotoğrafları da  bir kolaj yaparak buraya koydum. onlara kuru kuru el sallayarak uzaklaşmayı içim elvermedi :)

14.3.10

bu benim lafım değil, eğer tıklarsanız güzel bir yazı okuyabilirsiniz.
benimde içimden  bu şarkı geldi 


 


bir +bir=iki

roll dergisi kısa bir süre önce kapanınca karalar bağlayıp gözyaşları dökmüştüm ki aynı gruptan iyi bir haber geldi ve "roll'cular" yeni bir dergi çıkardı. dergiyi alıp da, kıyıp da, okuyana kadar da işte bu kadar zaman geçti. çok heyecanlıydım alırken, kaybettiğimi bulma ihitmalinin heyecanı! okuduktan sonra şunu söyemeliyim ki bir+ bir bir müzik dergisi değil. içinde müzik de var, sanat da var, felsefe de var... ben roll'u tercih ederdim ama kimse bana sormadı tabii ki. "rol'cuların yeni dergisi daha yeraltı, daha derin, birbiri ile bağlantılı sanat, müzik ve güncel konular arka arkaya sıralanıyor. yani express'e daha bir yaklaşmış sanki. olsundu o da kabulümüz. sınırlı imkanlar içinde şımarıklık edecek değilim.

not: dergiyi gergedan ktiabevinden aldım, bir kaç tane de altı kırkbeş kitabı aldım. gergedan bir nevi anadolu yakasının robinson'u gibi ama robinson'un yavrusu gibi. kitapçıda görevli şahıs tipinden de belli olacağı üzere entel dantel bi kişilik... ben altı kırkbeş alınca kadıköy muhabbeti başladı. "ben karga'cıyım" dedi, "ben trip'ciğim" dedim. "express okuyor musun" dedi, "yok ben müzik ile ilgileniyorum express, benim için biraz politik" dedim. sevmedi beni. ayrıldık!