parasol'e özel arama kutusu

4.7.09

8 haziran 2001

pulp istanbul a gelip gideli 8 yıl olmuş. ben burada saksı gibi otururken aklıma jarvis düştü. yaa bunlar nasıl oldu da istanbul a geldiler dedim. daha da önemlisi, o akşam ben ve kardeşim tuvalete gitmiştik ve ben işimi bitirip kendisini beklerken jarvis de tuvalete geldi, dibimden geçti, erkekler tuvaletine girdi sonra ben kalakaldım sonra o da işini bitirdi ve yine yanımdan geçti ve ben yine kalakaldım. sonra kardeşim işini bitirdi, sonra ben ona demin jarvis tuvalete geldi çişini yaptı dedim. sonra biz konseri seyrettik. buradaki 2 yanlışı bulun. 1- ben jarvis e "hey jarvis" diyebilirdim, 2- boynuna sarılıp koala takidi yapabilirdim. buradan çıkarılacak hayat dersi geçmişi düzeltemezsiniz sevgili dünyalılar.

joe jackson

bu akşam ki joe jackson konserine gidemiyorum. joe orada söylüyor ben burada yazıyorum. demek ki durumlar hiç iyi değil.

MAYO

ne kadar iyi bakarsanız bakın mayolar eskiyecek sevgili dünyalılar. isterseniz bir deniz tatilinde, yıpranmayı engellemek için, 10 çift bikini 15 adet mayo giyin- ben diyeyim 3 siz diyeyin 2 yaz mevsimi sonunda- mayoların lastikleri olsun, bağcıkları olsun, renkleri olsun eskiyor. bağcıklar lastiksi hallerini unutup sanki kolalı kurdele kıvamına geliyor. renkler canlılığını kaybediyor ve asıl parçalar elastik fazdan uzaklaşıp oranızın buranızın gözükmesine neden oluyor. çok sevdiğim bir bikinimi bu şekilde kaybetmenin üzüntüsü içindeyim.

2.7.09

PEYNİRSİZ SİMİT OLMAZ OLSUN

peynirsiz simit olmaz olsun sevgili dünyalılar! sevgili en sevgili arkadaşım ile simit rejime girmiş bulunuyoruz. bugün "gün3", daha 4 gün var. sevgili en sevgili arkadaşım gayet ince olmasına rağmen bana eşlik etmek ve metabolizma deneyimizi gerçekleştirebilmek için bu rejime beminle birlikte başladı. bu deney için gereken şeyler bir elin 10 parmağı değil 5 parmağı kadar; simit, yeşillik, et, tavuk ve 2 kadın bedeni. düşünün bakın bir daha düşünün, KOCA YEDDDDİİİ GÜÜÜNN ve bu kadarcık malzeme. şimdi siz de içinizden "vaaaaaaaaay" esaslı deneymiş bu cesur kızların yaptığı diyorsunuz değil mi? diyin diyin... ancak deney sırasında bazı problemler yaşıyoruz. 3 gündür 15. simitimizi yediğimizden gözyaşlarımız susam olarak akıyor. bunun dışında her şey yolunda- diyemiycem- AÇIIIIIZ!! peh sayın dünyalılar, herşey bu kadar ilerledi; teknolojiydi, ufoydu, glastonbury di derken neden hala kilo problemi diye bir şey var? arkamızdan oyunlar çeviriyorlar. uzun lafın, küçük diyetin kısası, çok sevdiğim güzelim simit peynirsiz yenmiyormuş, öğlenleri salatalar ton balıksız olmuyormuş !!

1.7.09

KUS KUS


datça daki kargı koyunda 10 tl ye almış olduğum deniz ayakkabılarım ile güneşleniyorum. datça ya gidince aklıma hep eski günler geliyor. eski derken feci eski. 1986- 1995 arası gibi. o zamanlar gençler olarak klan şeklinde dolaşır, datça nın ne kadar can sıkıcı bir yer olduğunu günde 20 kez tekrarlardık. zaten aslında tatilin tadını bile çıkarmaya çalışmıyomuşuz. ben şahsen her akşam en az 2 saat jetonlu telofon başında "çıktığım çocuk" la konuşmaya çalışır. datça daki arkadaşlarıma beni jetonlu telefonun oraya götürmeleri için yalvarırdım, çünkü telefon uzak bir yerdeydi. ne saçmaymış. sonra bir keresinde de aç karnına 2 bira içtim diye bayılmıştım. sonra da ayılmıştım. sonra da bayılmış olmamı hiç önemsememiştim. şimdi bayılsam akşamına emar, tomografi, kan testi hepsini yaptırır 1 hafta acaba neden bayıldım diye düşünürüm. bir de insanlar ne acayip. datça dayken eski günler aklıma geldiği için o zamanlardan çok çok iyi arkadaşım olan birine e-posta gönderdim. "datçadaydım süperdi, hani şöyle yapardık, böyle yapardık, nasılsın? " filan diye, tık yok. herkes selam verip borçlu kalmamak derdinde. geçen gün" güya" yakınımdaki birisine ben tatildeyken benim için bir şey yapmasını istedim. kıyamet koptu. istediğim şeyi aşağılamaktan tutun da bunun yapması ne kadar zor olduğuna dair bir ton da laf işittim. pes dedim doğrusu. ben nelerle uğraşmışım bunca zaman. bu yazının teması ne diye sordum kendi kendime. zihinsel kusma hali olduğuna karar verdim.

GLASTONBURY -2

Springsteen: a god among men. (demişler, doğru demişler)



funda nın yardımı ile bu fotoları buldum. müthişler. kedinin ciğere baktığı gibi bakıyorum. hani şu "ölmeden önce yapmanız, etmeniz, gezmeniz, yemeniz gereken 100 şey" kitapları var ya onlarda umarım vardır. en azından benim yapmam gerek, yapmalıyım, noolur yapıyım !!

30.6.09

GLASTONBURY HABERLERİ -1

* michael eavis = glastonbury nin kurucusu


geçtiğimiz haftasonu glastonbury 2009 toz, bulut, yağmur, çamur, güneş altında gerçekleşti ve dedikodulara göre şimdiye kadar ki en iyisiydi. neredeyse jay z (böyle mi yazılıyordu) headliner olmasından sonra seyircileirn tepkisi üzerine bu sene neil young, bruce springsteen ve blur headliner olarak seçildi. cumartesi sahneye çıkan bruce springsteen i önce herkes çok beğense de sonrasında çok sıkılmış, çok uzun sürdüğünü düşünmüş (ben öyle düşünmezdim, bruce cuğumu sonuna kadar bağıra çağıra seyrederdim) . pazar gecesi ise blur sahneye çıkınca anladığım kadarı ile yer yerinden oynamış. e nasıl oynamasın; bakın neler çalıp söylemişler;

'She's So High'
'Girls And Boys'
'Tracy Jacks'
'There's No Other Way'
'Jubilee'
'Badhead'
'Beetlebum'
'Out Of Time'
'Trimm Trabb'
'Coffee And TV'
'Tender'
'Country House'
'Oily Water'
'Chemical World'
'Sunday Sunday'
'Parklife'
'End Of A Century'
'To The End'
'This Is A Low'
'Popscene'
'Advert'
'Song 2'
'For Tomorrow'
'The Universal'


işte tam insanı delirtecek bir playlist. damon albarn ülkemize the good, the bad & the queen ile geldi ve bence o konser üzerine bir daha gelmez. koca park orman da ben diyeyim 100, siz diyin 200 kişi vardı. neyse konumuza dönecek olursak michael jackson ın vedasının da festivale denk gelmesi sebebi ile - ki ne kadar tuhaf bir rastlantı- festivalin ana konusu mj olmuş, şık da olmuş.

allahım glasto bu sene olmadı seneye inşallah. dedikodular devam edicek.


(nme.com aracılığı ile)

29.6.09

tatil sonrası travması

şu 3 günlük dünyada ve 5 günlük tatilimde ne ne çok önemli olay oldu da ben yakalayamadım. pes .

dalaman da istanbul a dönen pazar akşamı uçaklarının hali içler acısı. acayip tipler oluyor uçakta. hali vakti yerinde genç çiftler ve onların guzel, ingilizce konuşan, şık ve oldukça şımarık 2-5 yaş grubu çocukları. annelerin kolunda çokça LV ya da başka ünlü marka çantalar, 34 bedenler, yanık ten ve uzun dalgalı saçlar. babalar janti, hafif göbekli, sanki anneyi eve bırakıp gece alemlerine akacakmış hissi veren tipler. hoşlanmıyorum ben bu tiplerden. muhtemelen onlar da benden hoşlanmıyor. ne 34 bedenim, ne marka çantam var, ne de sarı saçlarım. ortak noktamız ben de bir pazar akşamı dalaman dan eve döndüm. hem de exit koltuğunda. exit parayla değil ya peh !! yer hostesi ben uzun boyluyum diye bana direk exit verdi. kendisine öpücük. bir de ilginç olan şey plansız programsız, balayından dönen kardeşimi dalaman havalimanında gördüm. dünya küçük, ozon deliği büyük.

bir yeni hafta travması yaşamaktayım.