parasol'e özel arama kutusu

14.11.09

konnnşu fırın. hmmmmmmmmmmm.... nefffiiisssssssssss

son günlerde her semptte japon çiçeği  misali birden bire peydah olan bir yiyecek zincirinden bahsetmek istiyorum; komşu (konuşma dili ile konnşu) fırın. önceleri ben bu konşuya pek yüz vermedim. önünden geçerken kafamı çevirdim, vitrininden gözkırpan kışkırtıcı çığlıklara kulaklarımı tıkadım, ancak 2-3 hafta önce ilk adımımı kızıltoprak şubesine atarak milli oldum. sonra da az buçuk müdavimi oldum. öncelikle iç mekan olarak bana hani bööle yurtdışında- özellikle paris te- ki bu hayal ürünü- gördüğümüz o fırınları hatırlatıyor. hem fabrika üretimi gibi ama hem değil, hem sıcak ama hem mesafeli, hem bol çeşitli hem makul fiyatlarda, çalışanlar şeker genç insanlar, bir örnek giyiniyorlar filan da falan. mekan gözlemlerim dışında, deneyimlediğim lezzetlerden hepsini size tavsiye ederim. mesela 5 tl ye satılan yuvarlak limonlu kek... hele bir de yeni çıkmışını yakalarsanız harika, içinde limon tadı yanında haş haş da bolca var. hafif kafa da yapıyo, çayla birlikte enfes. sonra benim gibi beyaz undan kaçanlar için kepekli ve tahıllı poğaça var, tahıllı simit var. sabah işe giderken kap-git modeli için çok uygun ve lezzetli. sonra kahvenin yanında ağızda eriyen kahveli - parça çikolatalı ve kepekli- vişneli küçük kurabiyeler kışkırtıcı ve nefis. sonra karnınız kazındığında çantadan çıkartıp atıştırabileceğiniz- suntalara alternatif- kepekli galeta hayat kurtrıcı. bir de öğlen yemeği için atıştırmalık sandviçler var ki onlarda gayet doyurucu ve taze. alın size her yönü ile konnşu firın.ama, yaniiii, sevdik die de abartmayalım, ne de olsa hamurişi, sonra şimanlayıp da benim kulaklarımı çınlatmayın oki mi?

şimdi de bir vijdan azabı: kızıltoprak'ta komşu fırın yokken hemen yanındaki motta çakması "motta" adlı pastaneden çok alışveriş yapıyodum, geçen gün arabayı oraya park edip de komşu fırın a girince o kadar utandım ki elimdeki paketi montun içine sokup arabaya geri döndüm ve yadigar pastanemin yüzüne bakamadan hızlı şoför nebahat edası ile gazladım. vijdanım da vijdanım... bu hayattaki seçme derdi beni helak ediyor, belirtmek isterim sevgili dışı kepekli içi vişne bahçeli  gezegen sakinleri !!!

yağmurlu ve çamurlu bir günde bir bağevine ya da şehir dışındaki bir çiftlik evine giderseniz botlarınızı ya da çizmelerinizi giymeyi unutmayın, yoksa hoplayıp zıplayarak yürümek zorunda kalırsınız!!

13.11.09

13.CUMA ve ARKADAŞLARI

işte sevgili gezegen sakinleri, yine harika bir haftasonuna doğru patinaj yapmaktayız. siz isteyin ya da istemeyin bu hafta sonu gelecek yaşanacak ve bitecektir. dolayısıyla tadını çıkarmaya bakmak lazım. benim bu aralar ve bu haftasonu için diyeceklerim şunlardan ibaret:
  • bu haftasounun cuması 13.cuma, aslında "ne olmuş yani " diyebiliriz, ama yine de ben bugün uçağa binmem mesela... ayrıca olacağı şu ki etrafta 13.cuma konseptli partiler düzenlenmesine bahane oluyor. ben de bu partilerden birine gitmeyi planlıyorum. tabii ki kadiköy'de tabii ki trip'te ama aslında gidişimin konseptle hiç alakası yok. sadece yolum düşebilir. düşmeyedebilir. akşam kebap yiycem sonra uyku tutmazsa gezicem.
  • bu hafta sonu hava 16 derece civarı güneşli olucak, ben derim ki sokaklara çıkıp gezelim, aman avm lere gitmeyelim! eğer yolum istiklale düşerse ben tekrar bi chagall yaparım. 

  • eğer kız iseniz manikür yaptırın mesela, şöyle kısa tırnağa kan kırmızısı oje sürdürün, sonra da çantanızı kolunuza takıp gidin, erkekseniz de bu kırmızı ojeli kızların koluna girin. onlar nasıl olsa sizi götürürler :)
  • herhangi bi sabah moda ya kahvaltıya gelirseniz bekleriz, denize karşı şööle koyu çay ve domates-peynir-zeytin-biber-zeytinyağ-fesleğen bulamacı yiyerek, gazete ya da derginizi okuyarak kendinizi harika hissedebilirsiniz.  bi de pinggggg pongggggg oynarsınız, ohh ne alaaaaa....
  • yaa aslında adalara da gitmek süper oluyor, ben geçen hafta burgaz adaya gittim, bi meyhanede içtim içtim, balık yedim. adaların havası bi başka, sanki bizden diiller gibi, sanki Kaş'ın kucağına oturmuş Meis gibi...
  • bu arada kendinize "ben nereleri gezdim bi bakalım" ya da "bayramda nereye uçsam yarabbii?" testi yapmak isterseniz, işte size the new york times'ın "2009 da gidilmesi en isabetli  44 yer" listesi . hani 1.sıra var ya; beirut, işte ben bayramda orada olacağım, bu listeden bakmadım. tesadüfii ve olağanüstü bir şekilde gelişiverdi.
görüldüğü gibi yine bol laf- sıfır fayda şeklindeki bir postumuzun daha sonuna geldik. havalar nasıl olursa olsun sizin havanız istediğiniz gibi olsun. havaya bağımlı kalmasın. madde bağımlısı olmasın. diyeceğim o dur ki "we go down to the river, into the river we'd dive."1-2-3 hopp...


mutfak becerinizi artırmak ve lezzetli yemekler yapabilmek için mutfağınıza yukarıdan bakmanız gerekir.

12.11.09

kırmızı ışık sendromu, redlight district diil ama...

ezelden beri(bu 18 yaşıma tekabül eder), haksızlığa uğrama ihtimali çok yüksek olduğundan, bazı durumlarda nabzım 1500 atarken araba kullanmak zorunda kalıyorum. ters yoldan mı gidenler, ışıklarda beklerken yandan sıra yapıp önünüze mi geçenler, olmayacak yerlere park edip sizin için yolda milim yer mi bırakanlar, yaya iseniz üzerinize mi sürenler, yaya geçidi nedir bilmeyenler, ne ararsanız var. her türlü beyinsiz hareket bu koordinatlarda mevcut. tüm bu  beyinsizliklerin nabzımı 1500'e çıkarması yetmiyor gibi şimdilerde kırmızı ışık sendromu ile de karşı karşıyayım. bu sendrom, kırmızı ışıkta ilk sırada iseniz baş gösteriyor. derdim, arkadaki sabırsız dünyalılar beni selektörleri ile dürtmesin, ya da kornaları ile taciz etmesin die, ayağım gazda gözüm ışıkta yeşilin yandığı salise gaza yüklenip uzamak derdi. allah muahafaza 2.saliseye kaldınız mı arkadaki 5.araba dahi korna çalmaya başlayıverir, ne olduğunuzu şaşırır, gürültü sebebi ile ufak bir travma dahi geçirebilirsiniz. arkada sabırsızlanan organizmalar umrumda diil, tek umrumda olan şey onlarla selektör ile dahi herhangi bir iletişime geçmemek, nabzımı oynatmamak, çünkü dişarıdan bir müdahele geldi mi benim arabadan inip direk müdahile girişesim var...hatta annemle babam bu konuda çok endişeli: "kızım bu koordinatlarda organizmalarla neden didişiyosun, vurucakalr seni valla" diyip duruyorlar. bu sebeple ben  bastım mı gaza, jazzyi kim tutar.. otomobil uçar gider, gönlüm gibi coşar gider nitekim...

not: konunun bugün için, gerçek hayatta kimse ile bir ilgisi yok. hani arkama düşerseniz bilesiniz diye sööledim. yok yok şaka şaka, siz yapmazsınız ben biliyorum :)

evde sessiz bir odada oturup, şimdiki zamanda yaşadığınız hayatı ve kendinizi düşündüğünüz oluyor mu? beğenmediğiniz şeyleri değiştirmek için bir şey yapıyor musunuz? kişisel gelişiminiz için girişimleriniz oluyor mu?

11.11.09

neden ? neden ben orada değilim?


işte bakın, olay budur!! londra nın göbeğinde, son yılllarda en "in" semt haline gelen shoreditch'de neler oluyor? olacağı şu ki; benim için en güzel liriklerin yazarı, yine benim için en yakışıklı erkeklerden bir tanesi, yine benim için tarzını en beğendiğim insanlardan bir tanesi, eski pulp grubu solisti, her yönü ile sanatçı jarvis cocker 7-11 kasım arası- yani şu an- bir dizi etkinilk düzenliyor. bi fiil kendisinin rol aldığı etkinlikler... neler mi var? bi kere konserler var, hem kendi vereceği hem de misafir çağıracağı sanatçıların.... sergiler var, yoga ve aerobik var, sonra herkesin kendi enstrümanını getirip müzik yapabileceği work shop lar var. eğer yukarıdaki tanıtım görseline bakarsanız jarvis'in olduğunu tahmin ettiğim özlü sözleri bulabilirsiniz. mesela "alkışlayın, rol alın ama ot gibi durmayın", ya da "bu benimle ilgili değil, sizinle ilgili değil, bu bizimle ilgili...". tüm bu olanlar 1. jarvis'in her  şeyi ile ne kadar mütevazi ve insanlar ile içiçe işler yapabileceğini, 2. londra'nın sanatın merkezi olduğunu, 3.benim neden orada olmak istediğimin ispatı olduğunu göstermektedir. toplumlar bu şekilde gelişiyor ve bilgileniyor ve yetişiyor, anlamadığı dilde yazılmış kitapları ezbere okuyarak diil!! bu arada pulp sadece "common people" değildir!!  etkinlik detayı burada. jarvis'in kendi sitesi de burada. çok komiklikler var.

All on a misty morning
I come to you with love
 
dün yapmış olduğum serzenişimden sonra havanın bu hale dönüşmesi konusunda kendi içimde geliştirdiğim sav: tanrı beni seviyor! kendisi beni seviyor çünkü hava yağmurlu ve kendisi beni seviyor çünkü yaşamama yetecek herşeyim ve en önemlisi de bir aklım var :) haydi paul weller, bizim için sööle o güzel sesin ve tüm yakışıklılığınla,  Let our spit and sweat, Mingle into one, Let it form a stream, Of union That would always run, Forever on....

10.11.09

gezegenimiz elden gidiyoooooooooooooooor!!

gerçekten hiç hoş değil, yo yo yo yo, hem de hiç hoş değil. geçtiğimiz 5 gündür hava mevsim normallerinin yakınında dahi diil. sonbahar desem diil, ilkbahar  desen diil, kış deseniz hiç diil. sıcaaaak, sıkıcıııııııı, bunaltıcııı, anlamsııııııııııııııııız, anormaaaaaaaaaaaaaal.... off ne bileyim hiç hoşlanmıyorum. bu kadar yıldır dünyada yaşayan biri olarak, kasım ayında 25 derece bir sıcaklık resmen dengemi bozuyor, yani mental olarak- zaten bunun dengesi var mıydı derseniz, ona da diyecek bi şi yok tabii. bugün 8 kasım pazar günü doğum gününü günlük güneşlik bir bahçe ortamında, güneşten kaçmak için fellik fellik şemsiye arayarak geçiren def dedi ki: " hayatımda ilk defa ben de yaz bebeği oldum!!" ee vallahi de oldu. endişeliyim sevgili dünyalılar ve artık kalın kazaklarımı ve çizmelerimi ve botlarımı ve çoraplarımı giymek istiyorum. bu anormal durum karşısında wwf- turkiye de çalışan babama bağlanıyorum... alooo alooooooo babaaaaa, huuu, nedir bu gezegenin hali? açıklama yapın, öyle panda logosu ile her yerde reklam yapmak olmaz, kurtarın biziiiiiiiiiiiiiiii!!!!

yoga'da kedi pilates'te cat-camel olarak bilinen bu hareketi günde 2 kere; sabah yataktan inmeden önce, akşam yatmadan önce tekrarlamanın faydalarından haberdar mısınız?
bugün saat dokuzu beş geçti. nokta.

9.11.09


bu akşam annem balık yapıyor, ben de gidip hapur hupur yiyorum. sonra da çay içip babamla tavla oynuyorum ve birbirimizin taşlarını acımasızca şakkudu şukkkudu kırıyoruz!! bu bir pazartesi klasiği

ROLL'a hoşçakal diyin!

bu ekonomik kriz süreci başladı başlayalı, ara sıra, burada kapanan ya da 2-3 ayda bir çıkmaya başlayan dergilerden bahsedip ağlıyordum. işte korkulan oldu ve yıllardır sadık bir okuyucu olarak takip ettiğim, hiç ihanet etmediğim sevgili dergim ROLL kapanmaya karar verdi. bu ay çıkardıkları sayı son sayıları! ben bunu bilmeden almıştım ve  henüz okumaya başlamamıştım. bir pastayı yerken nasıl en güzel yerini sona bırakıyorsam, bant ve ROLL'u da bu şekilde hep sona saklarım. hep en keyifli anlarımda ve en sevdiğim mekanlarda okumak isterim onları... mesela moda da, ya da güzel bir kahve eşiliğinde herhangi bir kahve zincirinde... bu sebeple nasıl bir veda içermekte bu sayı onu bilemiyorum, ama gerçekten çok üzüldüm. insanın sevdiği şeyler yok olmaya başlayınca ve sevmediği şeyler artmaya başlayınca, yaşamını sürdürdüğü yer ile arasındaki bağın ne kadar zayıfladığını görüp, kendisinin oradaki varlığını sorgulama süreleri ve sıklıkları da artıyor. belki bi gün istediğimiz gibi bir dünyada yaşayacağız. kimbilir 2012'den sonra mars'da mesela!! 

Nobody knows what human life is.
Why we come, why we go.
So why then do I know
I will see you,
I will see you in far off places?
(morrissey)
pazarakşamısendromugibisiyok