işte son numaram; harika bir bisiklet!! ben küçükken babam o kadar çok çalışıyordu ki kendisi benimle pek ilgilenememişti ama allahtan ki bir bisiklet almıştı!! lojmanda oturduğumuz için de zaten herkes kendi başının çaresine bakar, ilgi milgi aramazdı. bana da bisiklete binmesini petkim- aliağa servisimizin şöförü mehmet abi öğretti. dün paraya kıyıp işte bu fotoğraftaki bisikleti aldım ve mehmet abiye buradan bir teşekkürü borç bilirim. o zamanlar bordo bir sindrellam vardı ve galiba tek bisikletim de o oldu. sonra mesela münih'e gittiğimizde ilk kez şehirde bisiklete binmenin keyfini tatmıştım. acayip güzel bir histi. istanbul'da çok uzun yıllar motosiklete bindiğimiz için ve sürücülerin ne kadar angut olduğunu bildiğim için bisiklet edinmeye hep çekinmiştim. ama işte o gün geldi. gittim. paraya kıydım. kendime nefis bir bisiklet aldım. şimdilik trafikte bineceğimi sanmıyorum ama sahili arşınlayacağım kesin!!
onuın dışında dün mega embesil bir şekilde capitol servisinden inerken düştüm. dizlerim harap oldu. insan koca yaşta yere düşünce, bu düşmenin travmasını bir türlü atlatamıyor. feci şekilde onurunuza dokunuyor ki kimin neyin onuru?? ofisimizdeki çay servisi yapan harika kız gafure bana "artık siz de pantolon giyin biraz" dedi. o cümlenin altında içten içe mini eteklerimin biraz can sıktığına dokunduran bir düşünce mi var diye düşünmedim diil!!
neyse onun dışında hafta sonu geldi, konser haberlerine bir yenisi eklendi; i am kloot 9 ekim de bronx pi sahnede, herşey belirsiz, herşey fluuu, herşey yengeç kabuğuu... neşeli hafta sonları olsun biricik pekicik gezegen sakinleri :)
not: donnie darko'nun ilk sahnesinde echo&the bunnymen "the killing moon" çalar, kahramanımız bisikletine biner, şarkı eşliğinde yeşil ve dar yollardan geçer. işte ben de bunu istiyorum. bisikletime binerken dünyanın fonunda the killing moon çalsın. sonra yolda bana bir beyaz tavşan rastlasın ve sonra olaylar karmankarışık gelişsin.
parasol'e özel arama kutusu
17.9.10
16.9.10
seni kaybetmeye dayanamıyorum
I guess this is our last goodbye
And you don't care, so I wont cry
But you'll be sorry when I'm dead
And all this guilt will be on your head
I guess you'd call it suicide
But I'm too full to swallow my pride
And you don't care, so I wont cry
But you'll be sorry when I'm dead
And all this guilt will be on your head
I guess you'd call it suicide
But I'm too full to swallow my pride
çaresizlik iyi şey değil sevgili dünyalılar. insan çaresiz kaldığında saçmalar, karşı tarafa tehditler savurur, gözyaşları döker, en olmayacak zayıflıklarını sergiler ama başa gelmiş başa gelmiştir. ister ağlayın ister zırlayın, ister bilekleriniz kesin terkedilmişseniz terkedilmişsinizdir. bilindiği ya da bilinmediği üzere bu aralar the police playlistlerimde sıkça dönmekte. "can't stand losing you" şarkısına da bolca gülünmekte. bu şarkı tam olarak terkedildiği için çaresizlikten ne yapacağını bilemeyen bir dünyalının trajikomik hikayesi. bu durumu çok iyi anlıyorum. hem benim başıma geldi hem de benim yüzümden başkalarının başına geldi. ben heyecanlı ve sapkın bir kişilik olduğum için aynı şarkıdaki gibi davrandım. "ben ölürsem görürsün" dedim, "ya hastalanırsam üzülmez misin?" dedim. "kendimi aşağı atıcam" dedim. dedim de dedim. tabii artık olay ile hiçbir duygusal bağı kalmayan karşı taraf öylece durdu, kılını bile kıpırdatmadı. bana da vakti zamanında bir aklı evvel "bana geri dönersen sana araba alıcam" demişti. ben de çok gülmüştüm. sanki ben de bir arabaya tav olacaktım.
velhasıl manital enfeksiyon durumlarında sağlam basabilmek çok önemli, en azından az yara alıp geçip gidebilirsiniz. eğer çaresiz bir şekilde saldırmaya başlarsanız ki buna patetik olmak deniyor, o zaman ayrıca antipatik olursunuz. işte ben bu iki durumun arasındaki farkın önemini kavramış ancak uygulamaya alamamış kendimin bilincinde bir canlıyım. daha ileriki safhalarda bir gün kademe atlayarak "canın cehenneme" safhasına geçmek arzusundayım. taa ki o gün gelene kadar umarım hep ben terkederim. ııııyyyyyyykk fenayım ayol!!
not: an itibari ile ne terkettim ne terkedildim, sadece bir şarkı dinledim. bilgilerinize!
15.9.10
biraz iç dökmesi
oooof.. tatil sonrası iş çekilmiyor da bir de başka şeyler de istediğiniz gibi gitmezse o hiç hiç hiç çekilmiyor. 1 hafta tatile gittim ama sanki sadece 3 gün gibi geldi. kaş'ı seviyorum. kaş'taki rutinlerimi seviyorum. kaş benim eylül'de gel durumum. sabah denize gidip, akşamüstü çay bahçesinde çay içip, deja vu'da güneşi batırıp, duş alıp güzel yemekler yiyip, tekrar deja vu da bünyeyi dans ettirip her gece 2-3 de sallana sallana otele dönme işini seviyorum. 1 hafta boyunca kaş'ın sadece bu saydığım mekanlarına gidip diğer yerleri görmeden geliyorum ama bu umurumda bile olmuyor. kaş'da dejavu olmasa naapardık bilmiyorum. mavi'nin önündeki et pazarına katılmak zorunda mı kalırdık, yoksa yemek sonrası otelimize mi dönerdik?? deja vu'ya giriyoruz, anıl harika müzikler çalıyor, bizim kaprisimizi çekiyor, bazen başına ekşiyoruz; "anıl, yeah yeah yeah's den heads will roll'u çalsana, anıl pixies'den hey'i çalsana, anıl the police olur mu??" kendisi de saolsun bir dediğimizi iki etmiyor. ben nazımın geçtiği yerleri seviyorum...
her güzel şey çabuk biter... tatil de bitttiiiiiiiiiiiiiiii. şimdi istanbul'da sonbahar zamanı. şimdi konser zamanı, film zamanı, spor zamanı. söylemişmiydim çok kilo verdim ve hergün spor yapıyorum. hani böyle az yiyen gıcık kızlar vardır ya işte onlardan birine dönüştüm. bu arada sigara içmekten nikotin komasına girmem an meselesi. bugün yarın bir de gerçek bisiklet ediniyorum. sahilde hafta sonu beni yakalayana aşkolsun. hani birdenbire değişip de mesafeli bir samimiyet politikası uygulayan insanlar var ya işte onlara gıcığım. yarın akşam istanbul da fno var yani fashion's night out. isterseniz çıkıp biraz vitrin gezebilirsiniz. nişantaşı, bağdat caddesi, istinye park. bu arada mercury ödülleri bahsini kaybettim. santa bora bey kazandı. kendisini tebrik ediyorum. son günlerde hrant dink ve ponpon kızlardan dolayı ceza aldığımız için sevinçliyim en azından uzay boşluğunda kendi kendine dolanan ve içinde bir sürü badem bıyıklının bizim üzerimize oyunlar oynadığı bir uzay gemisinin içinde değil de, dışarıdan da gözlemlenebilen bir batağın içinde olduğumuzu görenler var.
her güzel şey çabuk biter... tatil de bitttiiiiiiiiiiiiiiii. şimdi istanbul'da sonbahar zamanı. şimdi konser zamanı, film zamanı, spor zamanı. söylemişmiydim çok kilo verdim ve hergün spor yapıyorum. hani böyle az yiyen gıcık kızlar vardır ya işte onlardan birine dönüştüm. bu arada sigara içmekten nikotin komasına girmem an meselesi. bugün yarın bir de gerçek bisiklet ediniyorum. sahilde hafta sonu beni yakalayana aşkolsun. hani birdenbire değişip de mesafeli bir samimiyet politikası uygulayan insanlar var ya işte onlara gıcığım. yarın akşam istanbul da fno var yani fashion's night out. isterseniz çıkıp biraz vitrin gezebilirsiniz. nişantaşı, bağdat caddesi, istinye park. bu arada mercury ödülleri bahsini kaybettim. santa bora bey kazandı. kendisini tebrik ediyorum. son günlerde hrant dink ve ponpon kızlardan dolayı ceza aldığımız için sevinçliyim en azından uzay boşluğunda kendi kendine dolanan ve içinde bir sürü badem bıyıklının bizim üzerimize oyunlar oynadığı bir uzay gemisinin içinde değil de, dışarıdan da gözlemlenebilen bir batağın içinde olduğumuzu görenler var.
ohh içimi döktüm rahatladım. sıkıldıysanız keşke okumasaydınız :)
sahilde beni yakalayııııııııııın :)
14.9.10
vaay vaaay vaaayyy, etkilendim
MIDLAKE
KASIM DA
SALON DA
MIDLAKE
AMAN DA AMAN
MIDLAKE ŞEHRİMİZE GELİYOR!!! NE DURUYORUM OYNASAM YAAA!!
NOT: şuna bakın önümüzdeki iki ay sırasıyla; tindersticks, new model army, midlake, ed harcourt. can mı dayanır sevgili gezegen gezginleri!! sizi uyarıyorum, midlake e muhakkak gidin bakın sonra pişman olursunuz. muhteşemler!!!
13.9.10
thy, f..ck uuuuu!!
ayy sevgili dünyalılar çok güzel bir tatilin daha sonuna gelmiş bulunmaktayız ama tatilin son günü çektiklerimizi bir biz, bir thy, bir de 4 uçak dolusu yolcu bilir. tatil konusu artık hep aynı yer, hep aynı mekanlar olduğu için detaylı olarak verilmesi gerekmeyen bir konu ancak bu thy'nin elinde oyuncak olma durumu gerçekten vahim bir konu.
bazılarının bildiği üzere biz pazar günü oy kullanmak adına, aslında akşama olan dönüş biletlerimizi 90 tl ekstra para ödeyerek öğlen 12 35 uçağına almıştık. vatani görevimizi yapabileceğimiz için çok sevinçliydik. bu görev için 1 günlük deniz sefasından elbette vazgeçebilirdik. 12 eylül sabahı kaş'tan 8 15 itibari ile tekerlekleri döndürdük. hızlı şoförümüz sayesinde 11 15 de antalya'da olduk. check in yaptırdık, birer çorba içtik. ohh keyfimize diyecek yoktu! ben plan sapığı olduğum için günün geri kalan kısmında ne gibi aksiyonlar alınacağını açıkladım. sonra uçak saati geldi. sonra bekledik. sonra ekranda "delay" yazdı. 14 35 yazdı. 2 saat rötar. olsundu dedik, yine de hızlı bir çaba ile sandığa yetişiriz dedik. sonra saat 14 35 oldu. bekledik. ekrana baktık. "delay" dedi. 15 45 dedi.yok artık dedik. hesap yaptık. sandığa yetişemez bir hale gelmiştik. tahmin edilebileceği gibi yolcular gaza geldi. thy görevlilerine bağırıldı, çağırıldı, tehdit edildi, oy sandığı istendi. ama naaaafile. biz saat 16 15 de kalkan uçağımız ile 17 10 da istanbul'a indik. sandıklar kapanmış oylar verilmişti. dün şahidim ki antalya'dan 12 den sonra kalkan 4 adet istanbul uçağı. en az 2 saat rötar yaparak kalktı, içlerinde en az 800 kişi vardı!!
ben bu bileti değiştirdiğimde bazı arkadaşlarım bana "bak görürsün thy bilerek rötar yaptırıp tatil yörelerinden gelecek olanların "hayır" oylarını bertaraf edecek" dedi. ben de yok artık dedim. bu kadarı olamaz!! ve sevgili gezegen sakinleri oldu. ben thy de hiçbri yere 4 saat rötarla uçmamıştım. dün bir ilk gerçekleşti. ben inanıyorum ki bu thy'nin başındaki hükümet görevlisinin verdiği emir ile kastiiii olarak yapılan bir şeydi. biz de kurbanları idik. bizi aptal yerine koyarak bütün gün havalimanında beklememize ve oylarımızı heba etmemize sebep olan takunyalı thy genel müdürünü buradan kınıyorum. başka da bir şey yapamıyorum. ayrıca evet verenlerde sonra ellerinden oyuncakları alındığında lütfen ağlamsınlar. kendiniz ettiniz kendiniz bulursunuz!!
Subscribe to:
Posts (Atom)