parasol'e özel arama kutusu

26.11.09

HIZLI YAŞIYORUZ

bu hafta parasol'un fotoğraflarının laurie bartley'nin diesel için çekmiş olduğu "live fast" fotoğraflarından seçtim ve bence harikalar. buna istinaden de aslında ne kadar hızlı yaşadığımızdan kısaca bahsederek sizlere 3 günlüğüne "bye bye" diyeceğim.

hızlı yaşamak şehirde yaşamanın olmazsa olmazlarından... işe yetişmek, işteyken işleri yetiştirmek, işteyken banka-fatura-araç muayenesi-araç tamiri- pasaport işleri gibi işleri de yetiştirmek, işten çıkınca eve yetişmek, sinemaya yetişmek, aileye yetişmek, arkadaşlara- spora- akışverişe-kişisel bakıma- varsa çocuğa yetişmek, tatile gidilecek ise ona yetişmek. yetişmek de yetişmek... hiç şöyle olduğun yerde durup da sakin sakin etrafa bakmak yok! Kaş'a ya da başka bir tatil yöresine gittiğimde orada aldığım hizmetten ya da gözlemlediğim yerli insanlardan gördüğüm kadarı ile, oralarda böyle bir sürat yo. herkes sakin ve hatta uyuşuk... bu sebeple de uzun yaşıyorlar! bugün benim için feci hızlı bir gün olmak zorunda, sabahtan yarım gün işe giderek görevimi yerine getirmek, sonra manikür neyin yaptırmak, sonra bir şeyler atıştırmak, sonra kalan eşyalarımı toplamak ve sonra da saat 5 30 da bizi alacak araca yetişmek, ama en önemlisi de buraya bir şeyler yazmaya yetişmek!!

ben bayramda beyruta gidiyorum. şaşırdınız!! ben de.. ama böyle işte! ilk kez bizden daha doğuda bir diyara gidiyorum, bakalım olaylar nasıl gelişecek. pazartesi sabaha dönüyorum ve ilk işim buralara saçmalamak olabilir!! sizden ricam ben yokken çok kan  akıtmayın, bayramı sakin geçirin!!

25.11.09

music from the old world, the new world and another world

bu serzenişimi şimdi yazayım, yok yarın yazayım, yok akşam, yok sabah derken işte şimdi yazıcakmışım. yani yani yani allahaşkına neden bayram tatilinde??? neden? neden? neden?


genelde tatil oldu  muydu bende şehirden fıyma dürtüsü başgösteriyor. öyle buralarda aylak aylak geziyim, 4 gün oturayım, büyüklerimin elini öpeyim gibi insani duyguların yerini, vize alıyım, bilet bulayım, otel ayarlayım, transfer??, lonely planet, hangi sergi var, müze var mı, konser var mı, güzel yemekler var mı türündeki ruhsal açlık duyguları alıyor. işte bu bayramda aynı içgüdüsel güdüler ile güdülüyorum. veeeee bunun sonucu ne'den vazgeçiyorum? David Eugene Edwards... 16 horse power'in kurucusu, vokali, alengirli çalgılarının çalıcısı... 29 kasım pazar akşamı eugene babylon'da yeni projesi wovenhand ile birlikte sahnede olacak. yine o tuhaf, karanlık, iç gıcıklayıcı, ayinsel, tarihin gerisinden gelen, eski amerika kokan müziklerini yapacaklar. ben de onlara uzaklardan el sallıyor olacağım.


16 horse power uzun zamandır takip ettiğim ve çok sevdiğim bir gruptu- 2005'de dağılana dek. benim çevremde seveni az... amerikan country, folk,  indie, alternatif, punk ne bileyim herşey karışımı... bana çok iyi geliyor. onları dinlerken hep önceki hayatımda eski amerika'da mı yaşadım acaba diye soruyorum. wovenhand'de sound olarak 16 horse power devamı bence... hani şu songs:ohia vardı ya sonra magnolia electric co'ya dönüşen, onlar gibi, 16 horse power'ı da bu dünya gözü ile asla göremem diyordum. herşeyi görürüm ama onları göremem diyordum. işte şimdi uzantıları ile  buradalar. dibimde. karşı yakamda ve fakat ben "yokkuumm".. kısmetten öteye geçilmiyor sevgili gezegen sakinleri, ama asla asla demiycem, hani zaten demiycektim ya, işte demiycem siz de demeyin!! her iki grubun internet siteleri buradaki tıkkk ve tııkkkk da. kendi müzikleri için başlığımdaki kelamları etmişler, çok da doğru demişler!! gidenler gitmeyenlere anlatsın :)



not: sevgili organizasyon şirketi charmenko, neden,neden, neden?

24.11.09

gothamist

valla hakkaten Ay'ıyla, ışığıyla, karanlığı ile, karaltısı ile, karakterleri ile, pusuyla, pasıyla, karmaşasıyla bi de işte bu sisi ile şehrimiz gotham city'nin tıpatıp aynısı olmadı mı? hele bi de şu levent-maslak hattındaki residanslarda otursam kimbilir daha neler yazardım! bu arada jokerin de alası var bizde. adını zikretmiycem , siz anladınız. hayal edin bi de joker dudağı çızsek süper olmaz mı? bu vesile ile şehrimizin altın anahtarını size veriyorum , şehrimizin adını da GOTHAMİST olarak değiştiriyorum. nasıl olsa artık orijinal olsun die herşeyin poposuna bi İST eki takılıyo, ben de taktım sefaaam olsun!!

tavsiye topu


şimdi size bir tavsiyeler topu yolluyorum. güzel başlayan ve kötü biten hafta sonumun güzel geçen saatlerinden seçmeler de diyebiliriz. bu sefer teknolojiden kaçınmadım ve fotoları kolaj yapıp hatta -dahi- numara da koydum;
1- cadillac records adlı film meğersem 2008 yapımı imiş de benim haberim yokmuş. the end mabetinden geçen gün almış olduğum bu filmi, özellikle müzikle  ilgili olanlara tavsiye ederim. şimdilerde dinlediğimiz müziklerin atası olan insanlara bir saygı duruşu niteliğinde olan bu güzide film filan falan desem ne saçma olur. kısacası muddy waters, littler walter, chuck berry, etta james gibi belli türlerin başlangıcı olan kişilerin bu işe nasıl başladığını anlatıyor. sevdiğimiz şeylerin tarihini bilmemizin faydalı olduğuna inanan bir insan olarak tavsiye ederim.

2- olmasaydı napardık diyecek hale geldiğimiz mısır apartmanında casa dell'arte adlı galeride azade köker sergisi var. 3 aralık'a kadar. parşömen kağıdı kullanarak yaptığı çok çok güzel kolajları görmek isterseniz buraya gidin. ben çok beğendim ve hatta bana da kendi yılbaşı kartı projemiçin  çok çok fikir verdi.

3- ay hakkaten olmasaydı napardık, yine mısır apartmanında, cda projects denen yerde- ki bu casa dell'arte'nin yan kuruluşu olur- ayşegül sağbaş'ın "fadu seni yakaladım!" adlı sergisi var. çok çok eğlenceli bir sergi. onu da beğendim 3 aralık a kadar tavsiye ederim.

4- gerçekten olmazsa olmaz yapı kredi kültür ve yay.'ın istiklal'deki mihenk taşı sergi salonu ömer uluç'u ağırlamakta. ömer uluç türk çağdaş sanatı için çok önemli bir kişilik lakin işleri benim beğenim dışında. yine de önemli bir sergi. 13 aralık'a kadar...

işte durum budur. benden söylemesi.

bazen evcil hayvanlarımızı fazla şımartıyoruz. mesela geçen gün ahu'nun köpeği, kaşla göz arasında, hırkamdaki düğmeleri yedi ve sonuçta laylaylom koşuşturmaya ve neşe saçmaya devam etti.

23.11.09

teninize reklam verilir

bugün radikal gazetesinde serdar kuzuloğlu'nun sayfasında okuduğum habere göre, artık led dövmeler yapılacakmış. yani bunun sokak dili nedir? yanar döner dövme!! teknik olarak dövme boyası yerine  led boyalar ile dövme yapılacak. siz de kolunuzu bacağınızı oynattıkca dövmeler janjanlı olacak. ee peeess. ayrıca bu dövmeler sayesinde kan şekeri, tansiyon filan gibi rahatsızlıklarda ortaya çıkacakmış, çünkü dövmeler renk değiştirecekmiş. bi de bi de bu led dövmeler bir süre sonra kendilerini imha ediyormuş. 

bakın aha şuraya çiziyorum, bu iş reklam amaçlı kullanılmazsa tüm dövmelerimin rengi atsın! önümüzdeki günlerde, kesinlikle derisinin altında coca cola, pepsi, ferrari, fenerbahçe, turkcell, avea, nike, adidas gibi markaların jan janlı dövmelerini para karşılığı teninde taşıyan insanlar olacak.. olacak... bence kesin olacak..

TURKEY

tanrıların pek de benim yanımda olmadığı bir hafta sonundan çıkmış bulunuyorum. zaten cuma günü bunu hissetmiştim, bir şeyler ters gidecekti...

aslında sakin ve güzel bir cuma akşamı ve onu takip eden cmts öğleden sonrası geçiriyor, uzun zamandır gezmek istediğim sergileri geziyordum. arada tünel starbucks'da hindili bir sandviç yedim, kahvemi içtim. gazetemi okudum. o anı düşününce ne kadar da safça içinde bulunduğum durumun keyfini çıkarıyormuşum. ah ahhh, o sandviçi hapur hupur keyifle yerken nereden bilecektim ki akşama bana pahalıya patlayacağını. rezalet ki ne rezalet az buz değil!! akşamüstü, o günün en önemli görevi olan; annem, 2 teyzem ve 1 kuzenimi leventten suadiye ye götürme işini gerçekleştirirken, onca sis ve trafiğin içinden göztepe ışıklara kadar kıvrana kıvrana gelip, kimseye çaktırmayıp, sonra bir anda annemden arabanın arkasındaki promosyon t-shirtün torbasını isteyene kadar  herşey arabadaki diğer 4 kişi için süperdi. ama işte o an şöfor koltuğunda oturan ben sonradan delik olduğunu öğreneceğim t-shirt torbasına resmen kustum. ışıklar kırmızı yanarken, yeşile 46 saniye varken.... haha sonra yeşil yandı ve ben araba kullanmaya devam ettim. küçücük arabanın içindeki 4 kadıncağızın halini düşünün!! tabii onlar hemen indi ve ben şu gün hala toparlanmaya çalışıyorum. bugün işe dahi gitmedim ve halsizlikten ölüyorum. biliyorum bu çok iğrenç bir hikaye ama bu blog iyi günde ve kötü günde benim iz kayıtlarım olduğuna göre yapacak bir şey yok. 

bu yetmezmiş gibi en en en sevdiğim kalem kutum ve içindeki en en en en sevdiğim kalemlerimi dün moda çaybahçesinde unuttum ve bugün bulmaya gittiğimde artık onlar başkasının aşkıydı! sonra derhal muji ye gidip, sanki hiçbir şey olmamış gibi, kalem kutumu yerine koymaya yeltelendiğimde, benim kalem kutusundan kalmamış olduğunu öğrendim.

işte sevgili gezegen sakinleri, daha başka tersliklerde oldu ama kafa şişirmenin de pek manaası yok. kıssadan hisse starbucks'larda hindi yemeyin!!!!