parasol'e özel arama kutusu

12.9.09

CASH

bugün johnny cash in ölüm yıldönümü. daha önce şu yazıyı buraya döktüğüm için ayrıca uzun bi şi yazmıycam. işte o yazıda şu yazı.

kendisini buradan anıyorum ve hala walk the line filmini seyretmemiş olduğumu belirtmek istiyorum. aslında bugün seyretsem bu yağmurlu günde süper anlamlı olabilirdi. belki de ederim, hayat sürprizlerle dolu diil mi?? ben bi film salonu sahibi olsam bugün walk the line ı gösterime koyardım :)

şu düşünce çok doğrudur ki "cash bir şarkıyı cover ladıktan sonra o şarkı artık onun şarkısı olur". mesela neredeyse personal jesus bile...

ben the mercy seat şarkısını çok severim. nick cave in şarkısı olmasına rağmen de cash onun hakkını daha iyi verir bence. işte şarkıda şöyledir;

A life for a life
And a truth for a truth
And anyway there was no proof
But I'm not afraid to tell a lie.
And the mercy seat is waiting
And I think my head is burning
And in a way I'm yearning
To be done with all this measuring of truth.
An eye for an eye
And a truth for a truth
And anyway I told the truth
But I'm afraid I told a lie.

11.9.09

is this it?

aslında buraya yazacak kadar zerre değeri olmasa da, nefretimi kusmadan duramadım. hani şu 90 ların uçan kuşu affetmeyen zampara mankenlerinden yaş- ar alptekin adında birisi var ya, hah işte o.. ne olmuş biliyo musunuz? koyu müslüman!! yani buna diycek bi şi yok tabii herkes istediğini olsun da noolur evinde olsun. kendisi feci bir karakter olup çıkmış! gençlere doğru yolu göstermek için üzerinde parlak sim ile "5 vakit namaz" yazan t-şörtler satıyomuş. açıkçası ben düşüneceğimi bilemedim. fazla da ileri gitmek istemem ama bana riyakarca geliyo.

daha da önemlisi ve esas ileri gitmek istediğim şey şu; dün akşam yine ben sabbb'a tümer e takılmışken kendisi de konuk iken dedi ki; "bu hayatta en sevdiğim varlık önce allah, sonra annem ve babam ve sonra da kızım. neden kızım son sırada biliyor musunuz? çünkü ona bi şi olsa tekrar bi çocuk yapabilirim ama anne ve baba tektir". şimdi bu gerçek, şaka filan diil. bi de bi de şööyle dedi; "bu hayatta en imrendiğim kişi başbakanımız, ve haci bilmem ne efendi .... vs". siz bu insanın çocuğu olsanız ne yapardınız? binlerce şükür ki diilsiniz :) ya da küçük kız bu yazıyı okuyosan annenin yanına git, benden söylemesi.

işte derin bir psikanalize gerek kalmadan yapabileceğimiz bir karakter tahlili!! herkes kendisi içinden küfretsin, ben burada seviyeyi koruyayım :)

velsahıl sevgili medeni azınlık, biz ister açılalım, ister saçılalım, ister saçımızı başımızı yolalım, imreneceğimiz kişileri bilmediğimiz sürece bize gezegenin bu topraklarında huzur yok!!!

10.9.09

bu filmi biliyor musunuz? bu filmin müziklerini biliyor musunuz? bilmiyorsanız belki bilmek istersiniz. bu post için fimin bilgilerine girdiğimde tarihinin 1991 olduğunu gördüm. vay be dedim 18 sene önce... ben bu filmi 18 sene önce seyretmemiş olabilirim ama en kötü ihtimal ile 15 sene önce seyretmişimdir, ki bu da hiç fena diil. hakettiği başarıyı elde edememiş bir film olarak değerlendiriliyor film çevrelerince, benim de hatıramda kalan müthiş bir distopya filmi olduğudur. ben bu film ile nasıl tanıştığımı hatırlamıyorum, film müziklerinin olduğu cd bana nasıl geldi onu da bilmiyorum. önce cd geldi sonra fimi mi seyrettim, onu da bimiyorum. daha önce de söylediğim gibi b..ktan bir hafiza var bende.

ama herşey bir yana bu filmin müzikleri müthiştir, bakın şarkı listesi şöyle;
  1. Graeme Revell: "Opening Theme"
  2. Talking Heads: "Sax and Violins"
  3. Julee Cruise: "Summer Kisses, Winter Tears"
  4. Neneh Cherry: "Move With Me (Dub)"
  5. Crime and the City Solution, "The Adversary"
  6. Lou Reed: "What's Good" (Reed)
  7. Can: "Last Night Sleep"
  8. R.E.M.: "Fretless"
  9. Elvis Costello: "Days" (Ray Davies)
  10. Graeme Revell: "Claire's Theme" (Revell)
  11. Nick Cave and the Bad Seeds: "(I'll Love You) Till the End of the World"
  12. Patti Smith and Fred "Sonic" Smith: "It Takes Time" (Smith, Smith)
  13. Depeche Mode: "Death's Door"
  14. Graeme Revell: "Love Theme"
  15. Jane Siberry and k.d. lang: "Calling All Angels"
  16. T-Bone Burnett: "Humans from Earth"
  17. Daniel Lanois: "Sleeping in the Devil's Bed"
  18. U2: "Until the End of the World"
  19. Graeme Revell: "Finale"

gördüğünüz gibi yok yok. hemen hemen tüm sevdiklerim bir arada :) damar bir cd işte, çok karanlıktır, öyle her zaman dinleyemezsiniz. dinlediğinizde gerçekten dünyanın sonu geldi sanırsınız. arka arkaya gelen tüm şarkılar birbirini bütünler. hiçbirisi tek başına orada değildir. yani bir atmosfer sözkonusudur. çok yağmur yağarken camın önüne geçip dünyanın sonunun nasıl olacağını hayal ederek dinlersiniz.

filmin esas şarkısı olan U2 nun ve nick cave'in ayrı ayrı söylediği farklı şarkılar olan "until the end of the world" duyduğum en güzel şarkılardan ikisidir. U2 o zamanlar gerçek U2' ydu tabii, şu an ki naylon U2 değildi. şimdi bu saçmalıkları neden yazdın derseniz; 1- bu şarkıyı bugün dinledim, 2- u2 konserine gidenler ve onların hakkında yazanlar vardı, 3- bir distopyanın içinde olasım var, 4- bu blog işleri zaten bu tür geyikler için değil mi?

nick cave in şarkısı işte bu; http://fizy.com/s/13g1iv

u2 nun şarkısı da işte şu; http://fizy.com/s/138nhy

kızları öpüp, sonra kalplerini kırıp sonra da "sanki dünyanın sonu gelmiş gibi davranıyorsun" diyen erkeklerin şerefine!! hop

bizi topukları ile döveceklerdi!

daha öncede belirttiğim üzere şehrimizde bienal etkinlikleri tüm hızı ile "start" aldı. yarışmanın 1.gününde sosyetik ve kremdelakrem katılımcı grubu koç ailesinin verdiği davete katıldı. davet antrepoda gerçekleşti. hem master öğrencisi, hem maaşlı çalışan, hem indis, hem moda blogger ı, hem sanat hayranı, hem müzik böceği, hem aşk kelebeği bendeniz de oradaydım. nokta. tabii ki benim oradaki kitle ile uzaktan yakından bi alakam yoktu ama cumhuriyette sanat yazısı yazan sevgili arkadaşımın davetiyesine katık oldum.

katılımcılar müthişti yahu, mustafa koçgiller mi, tansa-derin mermercigiller mi, alınverin reklamlarındaki hem çingene güzeli hem ekonomist giller mi, vural gökçaylı- atıl kurtoğlugiller mi, güneri civagil mi, jet giller mi, kısacası kimi ararsanız orada. davet nitelik itibari ile öyle şaaaaşaaaalı bi şi diil. bi hangarda ayakta durup, açık büfeden yemek yiyosunuz. yemeklerde gayet mütavazi... ama mütevazi olmayan nedir? ayakkabılaaaaaaaaar!!!! tüm jetgillerin ayağında 1500 punto topuklar, genelde tabanının al kırmızısınndan anladığımız lou boutin ayakkabılar, markada marka şöleni!! benim kıyafetim ise topshop tan bir elbise ve tayt, ve derimoddan vintage görünümlü bi ayakkabı.. bu aşamada kendimi çok acındırmış olmama bakmayın, en tarz kişilik bendim!! (yani fena diildim)

neyse, gece bi şekilde geçti, biz biraz kokteylde takıldık sonra sergiyi gezdik filan falan ama bence en önemli çıkarım şu idi; "ayakkabınızın markası ne olursa olsun, 2 saat sonra kendinizi bir taşın üzerine bırakıp ayakkabılarınızdan kurtulmak için çeşitli yöntemlere başvurursunuz". gecenin sonuna doğru tüm kadınlar, biz de dahil, yamuk yumuk yürümeye, ayakkabılarımızı çıkarmaya, ya da ayak acısından yüzlerimizdeki buruşma etkisini yok etmeye çalışıyorduk!!! en son biz arkadaşımla o kadar acı içideydik ki, aramızdaki camper ayakkabılı the lunatic koşarak arabayı aldı bize getirdi. bizim ona gitmemiz sözkonusu bile değildi!!

bize yazık diil mi??

9.9.09

FRANKOFON KISKANÇLIĞI

şu gezegene bi daha doğsam, yine kız olmak ama mevcut durumumun tamamını değiştirmek; ingiltere de doğmak, guzel sanatlar okumak, veeee frankofon olmak isterdim. eğer bu hiç olmayacaksa, o zaman bari afrika da doğmamış olmaya şükredip, türkiye de doğmak ve frankofon olmak isterdim. yani diğer bir deyiş ile, eğer hiç bi şi değişmeyecek ise ve herşeyim aynı kalacaksaydı bile bari frankofon olsaydım!!

fransızcayı şöyle anadilim gibi konuşsam, ingilizceyi nasıl olsa öğrenirdim- zaten teoride herkes ingilizce biliyor maşallah, cv lerine yazıyorlar ingilizce çok iyi die, sonra konuşmaya gelince gak guk gak guk, bi türlü gitmiyo o da ayrı mesele- neyse ana konu benim frankofon olmaya özenir durumum. bu özentimi çocuğum olsa, onu saint joseph e gönderek tatmin eder, kendisinin kadiköy sokaklarında cirit atmasına göz yumardım.

velhasıl bu fransızca işi olmadı, tabii sadece bu zamana kadar, hiçbir şey için geç değildir lafı var ya!!! ben bu lafa gıcığım, valla o kadar çok şey için çok geç oluyo ki, bi de bu lafı afıran kişiye paye veremeyeceğim!!

bakın mesela şöyle bir şarkı döner;
Ma techno-délire psychédélique
Apocalyptico-dramatique...

yani ne diyo;

ma tekno deliiğğrr fizedeliqqq
apocaliptiko dramatiqqq
liliiiiiiiiiii

işte gördüğünüz gibi dildeki ahenge ve uyuma ve estetiğe ve seksiliğe bakınız...(anlamı ne bilmiyorum ama bu ahengin yanında anlam hiç kalır)

ben kıskanç bir frankofon hayranıyım ve lütfen bunu anneme söylemeyin., yoksa şöyle der :
"ee kızım, biz seni memur halimizle kolejlerde okuttuk, nankörlük yapma bakiim!"


"anne, saint josph de kolej, izmir de de vardı, keşki beni memur halinizle orada okutsaydınız!!"

not: küstahlığımın şakalardan ibaret olduğunu dikkate alarak bu yazıyı tekrar okuyunuz, evde annelerinize kafa tutmayı denemeyiniz".

8.9.09

kitabım geldi ama unutuyorum da!!

kütüphanem kitap ile dolsa taşsa da, okuma hızım ona yetişememekte.. ama bu aralar- aman da şeytan kulağına kurşun- bir okuyasım var, bir okuyasım var sormayın gitsin. sabah yarım saat erken kalkıyorum kitap okuyorum. akşam işten çıkıp eve gidip kitap okuyorum filan da falan. ayrıca geçtiğiimiz haftasonu paso kitap okumanın yanında yeni kitaplar da edindim.

huy olarak bir yazara başladım mıydı tüm kitaplarını edinip okuma takıntım olduğundan, bu aralar j.d.salinger dönemindeyim. son dönem bu takıntıma maruz kalan diğer yazarlar julian barnes, ian mcewan, alain de button, nick hornby idi. hepsini hiç sıkılmadan bir çırpıda okuyuverdim :) gelecek için yeni kurbanım ise walter benjamin olacak... (aman aferin!)

şimdi sanki çok havalı havalı yazdım yazarları, kitapları diye beni kınamayın, esas problemimi söylesem bu havalı tutumumun söndüğünü göreceksiniz. sevgili dünyalılar, ben okuduğum kitapları unutuyorum!!! geçen gün kütüphanenin karşısına geçtim, ve "okuduğum kitaplar" bölümündeki kitaplara göz gezdirdim, ve çoğunun konusunu dahi hatırlayamadığımı gördüm. yani psikopata bağlayıp her yıl tüm kitapları tekrar mı okuyacağım, yoksa okuyup okuyup okuyup hatırlamamaya devam edip anın tadını mı çıkaracağım, not mu alacağım, kitaplar ile ilgili vücuduma dövmemi yaptıracağım. of da of, puf da puf... hafizası kuvvetli insanlara gıpta ediyorum. mesela şöyle diyebilirler:" 1997 yılında okumuş olduğum otobanda tavşan koşusu adlı romanda yer alan sally karakterinin beyaz tavşan ile bakışması şöyleydi de böyleydi...." (uydurma kitap bu)

not: şu an aşkın antideprasan durumu ile ilgili bir kitap okuyorum- salinger diil ama olsundu. "öldüren cazibe" ne biliyor musunuz? zıt kutupların, aynı hobilere sahip olmayanların önceleri birbirlerini çekici bulması ama sonraları ortak zevkleri olmaması sebebi ile birbirlerine tahammül edememeleri. çok sevdim bunu. yani zıt kutuplar daha iyi anlaşır diye bi şi yok, benzer zevkleri olan ve ortak hobi-beğeni-nefret-hoşnutsuzluk- müzik-film- gezi- kitap beğenileri olanlar her zaman daha süperdir :) ben de hep bunu savunmuşumdur, en azında beni haklı çıkaran deneyler yapıldığını görmek gurur verici :) ho hoooooooyt

7.9.09

bu hafta

güzel bir hafta başlıyor sevgili gezegen sakinleri. eylül zaten hep güzeldir demiştik ya işte bunu doğrulayan nitelikte..

neler mi oluyor? bu hafta hem basketbol maçları başlıyo, hem amerika açıkta sona doğru yaklaşılıyo, hem bienal başlıyo, bienal başlıyo die başka bi sürü yerde bi sürü başka şey başlıyo, ian mcewan ın yeni kitabı çıktı, hava hep yağmurlu olacakmış... olacak da olacak... durum bu seviyededir.

not: bayanlar tenisinde en sevdiğim ikili williams kardeşler sürünüyo da sürünüyo. onları hiç böyle görmemiştim. venus dün sevimsiz clijters a yenildi, serena da geçen ay canada daki turnuvada dementieva ya feci yenilmişti. bakalım amerika açıkda ne yapacak. bi de bi de erkeklerde federer ağlamasın, kupayı hep o alsın :)

6.9.09

duyuru

ingilizlerin kült dizisi "dr.who" bu akşam cnbce de 21:00 da yayınlanmaya başlıyor. hem de iki bölüm arka arkaya olacakmış. nip tuck ın pazar akşamlarını heyecanlandırdığı zamanlardan sonra, "dr" who" lu pazar akşamlarından ben şahsen ümitliyim. ilgilenenlere duyurulur.