parasol'e özel arama kutusu

12.12.09

MUSIC MUSIC MUSIC

sonunda dun hayallerini kurdugum rough trade ye attim kendimi. edindigim yeni muzikler:

-bombay bicycle club/ i had the blues but i shook them loose

- little red/ listen to little red

- mumford&sons/ sigh no more

ayrica urban outfitters dan da harika bir album olan cocoon un my firends all died in a plane crash ini aldim.

tabii ki cd dunyasi artik yok oldu ama yine de ben hala cd almayi seviyorum. ayrica birakin ben burada kalayim yaaa... nooluur!!!!

not: ingilizce bir klavye de yazdigim icin yazilar abuk oluyo be dunyali dostlar!!

11.12.09

ilk gun- evde kilitli kalmak

londra da ilk gun.... .sabah erkenden kalktim... giyindim... cay ictim... biraz tv ye baktim....disari cikma vakti... paltomu giydim... evin anahtarini aldim.. kapiya yoneldim.... kilitli.... normal.. arkadasim cikarken kilitlemis... anahtarlar elimde, acabilirim.... deniyorum... deniyorum.... acilmiyor.... anliyorum... kilitli kaldim... paltomu cikariyorum... arkadasimi ariyorum.. cevap yok.. mesaj atiyorum... tv yi aciyorum... londra da ilk gunum.... evde kilitliyim... bir sure sonra arkadasim ariyor... ben ne yaptim!! diyor... ev merkeze oldukca uzak... is yerindan birisini taksi ile eve gonderiyor... kurtaricum geliyor... o disarida ben iceride... bir kac denemeden sonra kapi aciliyor... KURTULDUM!!! hatta onun geldigi taksi ile tate e kadar gidebiliyorum.. bu da sansimin dondugu an oluyor... kurtarilmayi beklerken fleetwood mac geliyor aklima... common baby now saaaaaveeee meeeeee....

(kurtaricim siyahi bir bayan temi!!!)

10.12.09


bir pikapın arkasında çıplak olarak giderken kahve içmenin keyfine diyecek yoktur. çıplak olarak denizde yüzmek gibi!

9.12.09

işte beklenen an!! londraaaaaaaaaaaaaaaaa...

bayramda acilen gitmem gereken beyrut seyahati sebebi ile (ki acilen seyahate gitmek de ne demek denebilir!!) londra seyahatimi bilinmeyen ama çok beklenen bir tarihe ertelemiştim. işte o çok istenen tarih bügün ile pazar günü arasında gerçekleşiyor.bu plan londra da yaşayan arkadaşımı, 18'inde ülkemize gelmeden, orada yakalamam gerektiği için bu kadar sıkışık bir şekilde gerçekleşiyor. geç olsun, sıkışık olsun güç olmasın sevgili dünyalılar! sabihadan gidiş, sabihaya abuk bi saatte dönüş. gezi planımı yaptım, gideceğim sergileri, müzeleri belirledim; tate, royal academy, v&a, hayward, saatchi... bunlar dışında da shoreditch ve rough trade'de tapınmayı düşünüyorum. bu sefer akşamlar için bir hazırlık yapmadım, arkadaşım işten çıktığında onunla güzel restoranlara gidip, sonra da publar'da stella içmeyi planlıyorum. bol fotoğraf, az alışveriş, çok gözlem, memleket havası, özgür giyim, özgür hayat!!!! bu arada kadıköy-trip ekibi de orada ve cuma akşamı mete avunduk manchester'da türkçe müzik çalarak ayar bozacakmış. süper eğlenceli olabilirdi ama zaman az yapacak iş çok. 

not: "uçakta" olacağım...
not: yazmaya da devam tanrım kısmet ederse :)

"UÇAKTA"

"uçakta" ilginç bir durumdur. çoğunlukla uçaktaki durumuma dışarıdan bakmam ama, baktığımda bu çok komiğime gider. bir sürü bir sürü kişi küçücük bir alana, göreceli olarak da küçücük bir metal yığınının içine binip uçarlar. durum budur. tabii ki diğer tüm araçlar için de yaptığımız şey budur ama onlar yere sağlam basar, yerde gider, yerde çarpar, yerde düşer. ama uçak boşlukta gider. bir de şunu düşünün, kocaman bir gökyüzünde bir silindirin içinde gidiyorsunuz. o atmosferin içinde sadece bir zerresini! puff diye ortadan kaybolsanız yapacak bir şey yoktur. puff, ve işte yoksunuz..  neyse bu durum komik bence. ben çoğunlukla uçağa binince kötü şeyler düşünmem yani aklıma  gelmez. kaderciğimdir. uçağa binmeyi seviyorum. benim için harika bir okuma alanı. gazetemi, kitabımı, dergimi en ince ayrıntısına kadar okur, yazıp çizmem gereken şeyleri tamamlarım. özellikle uzak diyarlara yapılan seyahatlerin sonunda geçirdiğim uzun uçak yolculuklarında seyahat ile ilgili günlüğümü uçakta yazarım. eğer koltuğunuz istediğiniz yerde ise, hatta yanınızda kimse yoksa, ya da exit'i kapmışsanız işte o zaman yolculuk tadından yenmez. ama ağrıyan bir başınız ya da bozuk bir mideniz, yanınızda uçak korkusu olan bir teyze, fazla kilolu bir amca, önünüzde "yatan koltuk" manyağı bir görgüsüz oturuyor ise işte o zaman, işte o zaman... yapacak hiç bir şey yoktur, bir an önce tekerleklerin yere değmesini beklemekten başka!!

not: aslında "uçakta" tekerleklerin yere değmesini takip eden 15-20 saniye ne acayiptir, sanki duramayıp duramayıp alabora olacağımızı düşünürüm.

8.12.09

beyaz yalanlar


Just one little white lie
Is all I need from you
What harm can it do?


beyaz yalanlar duymak ister misiniz? kimseyi incitmeyecek, yarım elma gönül alma şeklinde, biraz egonuzu okşayacak, biraz yüzünüzü güldürecek, kimseler duymayacak, kulağınıza fısıldanacak... hep dan! dan! diye vuran gerçekler, hep düşünmeden sarfedilmiş sözler, hep can yakmaca, hep gurur oyunları oynamaca, hep üstün gelmece, hep sahip olmaca... uzun lafın kısası sıkıldım etrafta olanlardan. benim beyaz yalan duyasım var.

7.12.09

e(art)h

iş seyahatiii, bırak peşimiiii

hay yarrrabbim sen ne muzursun!! yahu kendimi bildim bileli sürekli yolculuk halindeyim. 11 yaşında yatılı okula gönderilen küçücük ben, cuma günleri servise bin izmir'den aliağa'ya git, pazar günleri ağlaya zırlaya aynı servise bin izmir'e git, üniversite'de yatılı oku, bir süre haftasonları  istanbul'dan izmit'e taşınan ailemin yanına git(ama bu sefer ağlama), sonra bir süre tekrar izmir'e geri dönen ailemin yanına ayda 1-2 kez git, sonra geri dön, istanbul'da çalışmaya başlayınca paso ama paso iş sehayati yapılan bir işin olsun, sonra diğer işlerinde nispeten daha az seyahat eden ama yine de diğer insanlara göre daha fazla seyahati olan işler bul... oooof da ooffff.. şimdi de izmir deyim. işin daha da komik tarafı hani o ağlaya zırlaya geldiğim okulumdayım. çünkü okulum ile ilgili bir yerde çalışıyorum. ama artık sıkıldım. sabahın köründe gözleri kan çanağı olmuş taksi şöforleri, havalimanında kolye-bilezik- kemer- lap top çıkarma törenleri, kötü ama pahalı kahveler, uçağa biniş kuyruğu, iniş kuyruğu, domuz gribi havada asılı mı acaba endişesi, bagajı merakla bekleme durumu, harıl harıl çalışıp akşam pestil gibi kendini otele atma durumu, otelin yemeklerini odada yerken tv karşısında mıhlanma durumu... durumu da durumu..... 

yani tanrım, ben gezmeyi seviyorum diye bana bi kıyak mı geçmeye çalıştın? gezmeyi seviyorum diye bana aklınca komik şakalar mı yaptın? naaptın allasen, neden ben??? zaten biliyorum bu günlerde aramız pek iyi değil, sevmiyosun beni ama bak belki yıldızımız barışır, bir dene, beni sevmeye çalış, sürekli istemediğim ve hoşuma gitmeyen şeylerin arka arkaya yuvarlanmasına bir son ver, ne dersin? bunun karşılığnda ben ne mi yapıcam?? eğil de kulağına söyliyeyim...

küçük bir not

bu hafta benim için ilginç bir hafta, daha sonra detayları ile yazacağım ama şimdi bu haftanın aksiyonlarından biri olan iş için izmir e gelme fiilini gerçekleştirdim ve bunu saw'dan yaptım- yani atatürk ün manevi kızı yani sabiha gökçen havalimanından. aman da aman ne güzel olmuş, o eksi taşra havalimanı durumundan kurtulmuş, geniş mi geniş, ferah mı ferah güzel mi güzel bir havalimanı olmuş. ohhh anadolu yakasından sefamız olsun efendim. daha bitmedi çarşamba günü oradan londra ya uçuyorum, dediğim gibi garip bi hafta!!