parasol'e özel arama kutusu

7.11.09

yok artık dedim!!

bugün kadıköy'de dolaşırken bir giyim mağazası gözüme çarptı. yani öyle böyle çarpma diil, balyoz gibi çarptı. dükkanın ismi "giyenzi" !!!! bu şaka diil gerçek! hani günlük konuşmalarda turkçeyi katlederek kullandığımız sokak dilinde söylediğimiz gibi; gelenzi, gidenzi, yiyenzi, içenzi... onun gibi.. kendimi düşünüyorum da, hep hayalini kurduğum işlerden biri olann kendi tasarımlarımı satabileceğim bir dükkana kavuşsam, onca çabadan sonra hayallerimi yatırsam, paramı yatırsam bu işe ve sonra bunun adını "giyenzi" koysam, vallahi de billahi de affetmem kendimi. kendimi de bu ismi koyan başkalarını da .... hay ben sizin aklınızı ne yapayım sevgili girişimci, ya da allah akıl fikir versin!!

6.11.09

murakami

radikal kitaptan bugün alınan bilgiye göre murakami'nin yeni kitabı "sahilde kafka" anadilimize çevrilmiştir. imkansızın şarkısını okumuş ve çok çok sevmiş biri olarak maalesef kitap ile ilgili bilgi veremeyeceğim, çünkü kronik unutkanlık durumum var. sadece bilmenizi isterim ki böyle bir kitap çıkmış bulunuyor. bir gün bence nobel ödülü murakami'yi de bulacak ama ne olursa olsun her canlı bir gün ölümü tadacaktır! rezillik...

5.11.09

waiting is the time spent *not* living.

bu güzel güneşli kasım gününün özlü sözü bu olsun mu olsun.... beklemek "yaşamadan" harcadığınız zamandır... iyi demişsiniz kardeşim!

karşınızdaki bir erkek ya da bir kadın sürekli  mola isteyip zaman mı kazanıyo, BEKLEMEEE!!

iş yerinde patron terfiniz için bin bir bahane mi anlatıyor, BEKLEMEEEE!!

diyete başlamak için pazartesi mi gelecek, BEKLEMEEE!!

uzak diyarları görmek için yanına arkadaş mı arıyorsun, BEKLEMEE!!

sevdiğin işi yapmak için cesaretin mi yok, BEKLEMEE!!

bir arkadaşın buluşmak için sürekli gün mü erteliyor, BEKLEMEEE!!

vallahi de beklemeyin, yürüyün gidin, hayatımızdan daha mı kıymetli ayol!!! zaman geçiyor, hayat geçiyor, gençlik gidiyor. evet, burada beni bilenler "diyene de bak" diyebilirler, zira derlersede doğru derler, diyeninin bir yüzü demeyenin iki yüzü kara! hele hele 1.maddede benim rekorum üzerine rekor yoktur, bekleeeee, bekleeee, bekleeee..... sonra hiç sevmediğim bir işi yapıp dururken, sanki para babası bir gönüllü bana istediğim işi yaptıracak gibi bekleee, bekleee, bekleeee..sonra diyete başlamak için bekleee, bekleee, bekleeeee, sonra uzak diyarlara gitmek için birilerinin keyfinin gelmesini bekleee, bekleee, bekleee. gece dans etmeye gitmek için yine komisyon kararlarını beklee, beklee, bekleeee... galiba ben kendimi camdan atmaya gidiyorum!! ya da yaşamadığım zamanları yaşamaya :)

ya baksanıza, herşey iyi güzel, istersek kendi hayatımız için beklemeyebiliriz ama yaşadığmız yer için bence ne kadar beklesek nafilee, esas bir an önce vınnlamak ve hiç beklememek lazımmış. zamanında bilemedik. e öncekileri olduğu gibi... hiç bilemedim yahu... ben bilme özürlüyüm, burdan bu anlaşılıyor. gün geçmiyor ki bir blog saçmalığımdan yeni bi şi öğrenmiyim... sağlık ve esenlik sizlerin olsun, asgari 30 km hız ile ilerleyin, duraklama yapmayın!!

her gün en az 1 elma yemenin faydalarından haberdar mısınız?

4.11.09

cikki di cik cikkkidi cik cik cik cik

twitter da aktif hayata geçtim bu hafta... eğer doğru kişileri ya da toplulukları izlerseniz faydalı ve güzel bilgiye ulaşabiliyorsunuz. tabii ki eğer bir i phone olsun, bir blackberry olsun, ben de olsaydı işte o zaman cik cik lemenin kralını yapardım. ama maalesef hayat şartları buna elvermedi. ama neymiş? hayata küsmiycek mişiz, elimizde ne varsa onunla yetinicekmişiz! ayy cik cik lerken nerelere geldim, pardon... velhasıl, kendinize güveniyosanız gelin twitter da da cikkkidi cik, cikkidi cik ötelim, her daim geyiğe devam edelim.

HIRSLI BİR KADIN+ÇEKİMSER BİR ERKEK+BİR PARTİ+KİMYA+İÇGÜDÜ

evet şu an değineceğim konular- ki aslında ben nick cave'in sözcüsüyüm- biraz tehlikeli konular! biri erkek biri dişi, bunu yapan iki kişi cinsinden... bakın şöyle ki; bir erkek, bir kadın ve alkol sözkonusu olduğunda, genelde kadının istediği şey olur. daha doğrusu kadın bir av gibi dursa da ve erkek de avlandığını sansa da, aslında kadın düşüncelerini gerçekleştirmek için varlığını bir yem olarak kullanabilmektedir. bu durum havanın karardığı alkollü saatlerin kaçınılmaz bir eylemidir. tabii ki de yemi yemeyecek erkekler de olabilir ama bunlar istisnadır! bir kadın elinde içkisi ile bir erkeğin yanına gittiğinde, yavaş yavaş bir muhabbet geliştirdiğinde, belki de açılan konular itibari ile hararetli tartışmalara girdiğinde, erkek o sırada, kadının görünüşünü, gözünü, duruşunu süzüp, 3-5 saat sonra olabilecekleri hayal etmekte ve belki de kendini "bir kez olsun oltaya gelme, adam gibi evine dön, bunun sabahı da var, sonra ertesi günü ve ertesi günü de olabilir oğlum!" diye telkin etmeye çalışmaktadır. ama  nick cave'in de dediği gibi, genelde erkeğin son bulduğu yer, geri çevrilemez, dönülemez bir yoldur  (mezar benzetmesi süper) !! siz istediğiniz kadar bahane uydurun, yok teknem gitmiyo, yok küreğim kırıldı, yok kolum ağrıyo, nafile de nafile...  yani demek ki bu işler böyle sevgili dünyalılar, herkes bunu böyle bilsin. şimdi gündüz vakti, iş yaparken sen bunu mu düşündün derseniz, aslında sadece bu şarkıyı dinledim ve o da işte bunu anlatıyor. çok ince ince anlatıyor. ben de bu entrikalara ve omuzlarımızdaki küçük insanlara bayılmaktayım :)  kimyalar ve içgüdüler ve etten  kemikten bizler ve zaaflarımız ve cinsler çarpışması:!! hepimiz insanız neticede :)

not: bu şarkıya dair başka yorumu olan varsa açıklasın!

 You found me at some party
You thought I'd understand
You barreled over to me
With a drink in each hand
I respect your beliefs, girl,
And I consider you a friend,
But I've already been born once,
I don't wanna to be born again.
Your knowledge is impressive
And your argument is good
But I am the resurrection, babe,
And you're standing on my foot!

But my little boat is empty
It don't go
And my oar is broken
It don't row, row, row

Your tiny little face
Keeps yapping in the gloom
Seven steps behind me
With your dustpan and broom.
I couldn't help but imagine you
All postured and prone
But there's a little guy on my shoulder
Says I should go home alone.
You keep leaning in on me
And you're looking pretty pissed
That grave you've dug between your legs
Is hard to resist.

But my little boat is empty
It don't go
And my oar is broken
It don't row, row, row
But my little boat is empty
It don't go
And my oar is broken
It don't row, row, row

Give to God what belongs to God
And give the rest to me
Tell our gracious host to fuck himself
It's time for us to leave.


nick cave

hey!!!! gezegen sakinleri  bugün daha iyisiniz ya???

3.11.09

sevginin gücü

hafifmüzik.org vasıtası ile 103.8 dinamo fm de dün akşam başlayan ve kaan sezyum ile deniz isimli birisinin sunduğu programı dinledim. ilk program olması sebebi ile teknik ve lirik aksaklıklar başgösterdi tabii ama ben bazı yerlerinde feci güldüm. yani geyiğin kralını yapıyorlar diyebiliriz! ayrıca seçtikleri müzikler de çok iyiydi- konuğun mehmet tez olması bunu ne kadar etkiledi bugün göreceğiz :) bundan böyle, anladığım kadarı ile, her pazartesi, salı ve çarşamba 18.00-20.00 arası bu programı dinleme imkanı var. yeni dönem geyik ve güzel müzik dinlemek istersen tune in, çekinme...

çoooooook uzun zamandır, yani kent fm kapandığından beri, böyle sazlı sözlü bir program dinlemediğim için, dün akşam ki durumum kendi kendime çok nostaljik geldi. sanki biraz da kent fm deki formatlara benziyor gibiydi, ama bu bir göz ve gönül yanılması olabilir. bu aralar aklıma şöyle bir soru gelmekte. acaba dinamo fm tebdili mekanda fayda sağlarken aynı zamanda yeni bir kent fm- radyoeksen türevi de yaratmaya çalışıyor mu? çalışmıyorsa da çalışsın bee, çalışın ey müziğe gönül verenler, bize de alternatifli bir müzik alemi sunun, olmaz mı?

selam dünyalılar, bugün nasılsınız?

2.11.09

sergiye gitmek ister misiniz?


buralarda bahsetmiştim, pera müzesinde chagall'ın sergisi başladı ve ben de dün oradaydım. o kadar ama o kadar ve o kadar hoşuma gitti ki... daha çok chagall'ın eskizleri var sergide... öyle yağlıboya tuvallerini görmeyi beklememek lazım, ama eskiz diyip geçmeyin, çünkü bunlar aynı zamanda ilk aşkı ve ilk karısı olan bella dönemine ait. chagall aşık olduğu zamanlara dair resimlerini renk katarak yapmış, diğer resimler ise genelde siyah beyaz. çok duygu yüklü ve içten buldum. tabii bu kadar etkileyici olmasının sebebi, çok sevdiği bella'sının vakitsiz ve erken bir zamanda hastalanıp ölmesi ile de alakalı... chagall şerefine ben de blog fotolarımı bu hafta onun resimlerinden seçicem. işte yukarıdaki resim; chagall ve bella şehrin üzerinde uçarken :) yani aşklarından ayakları yerden kesildiği zamanlar :) 

dün soğuk, yağmurlu ve karanlık bir gündü. ben kalın kalın giyinip kendimi sergiye doğru götürdüm, kulağıma tindersticks verdim ki resimler ile çok uyumlu idi bence. her, bathtime, travelling light, jism çalarken, tamamen çevremden kopup o güzel resimleri seyrettim, sonra da istiklal de biraz yürüyüp bir kahve içtim. harika oldu!  tavsiye olunur, sergiyi görün ve bir ressamın hüzünlü yaşamına siz de seyirci olun !!

1.11.09

kasımpatı

kasım pat die geldi. ne de arada derede bir aydır şu kasım... benim için hiç bi özelliği yoktur, hiç bir özel güne, anıya, olaya tekabül etmez. yılın son ayından bir önceki ay olduğu için henüz panik hissi de yaratmaz. daha çok aralık geldiğinde heyacanımız çokça olsun diye sessiz sakin yerinde durmayı tercih eder. bakalım 2009 yılının kasım ayı nelere gebe? kız mı oğlan mı? ikiz mi? nee??

en önemlisi bu ay bayram tatili var, en azından 5 gün tatil. bu sayede bana londra yolları taştan, o çıkardı ben
 baştan!! sonra bi kaç hemcinsimin doğum günü var. yani bunlar akrep kadını, yani korkulur, şakaya gelmez!!  sonra yarın u2 konser biletleri satışa çıkıyor, bakalım neler olucak. bana kalsa bi b.k olmasını istemem. şu an bilet almaya da niyetim yok!ayrıca benim kasım ayından bi isteğim var, allahaşkına bi sürü güzel film gelsin, bu sezon çok kesat geçiyor! onun dışında havanın da yardımı ile bol bol güzel müzikler dinleyip, içerek yerlerde sürünsem bana yeter gibi!!

haydi bakalım kasım, hoşgeldin. umarım bize bilmediğimiz ve güzel sürprizler yaparsın, biz de seni manik depresif, sessiz sakin, ne olduğu belirsiz aylar listemizden çıkarırız.

allahım allahım h1n1 beni de bulacak mı?

of yaa feci panik içindeyim. ne zaman tv yi açsam karşımda h1n1!!! eğer siz de çok fazla rastlıyor ve sıkılıyorsanız, işte burayı da açınca karşınıza çıkacak ve "ooooffff, burada da mı h1 n1"diyip bana küfrediceksiniz. ama durun etmeyin yazıktır günahtır!! asıl poblem benim delicesine tutulduğum panik durumu. zaten bu tip olaylar karşısında hiç bir zaman soğukkanlı olamadım, şimdi bi de salgın hastalıkmış, yok şubat ayında 21 milyon kişi ülkemizde h1n1 olacakmış derken daha da bir septik hal aldım. kapı kollarını peçete ile tutup, sürekli elimi yıkamayı düşünüp, yıkayamadıım zamanlarda da kötü kokulu ıslak mendiller ile silmek zorunda kalıyorum. geçen gün büyük doktorlardan biri dedi ki, şu an geçirilen grip vakaaalarının %98'i h1n1 imiş! e peki merak ediyorum, mesela ben çok zibidi gibi giyindim, ve sokakta çok üşüdüm, sonra soğuk aldım, ve grip oldum. yani acaba sayın bilirkişiler grip dediğimiz şey sadece virütik midir? nedir yaa??? allahım çok korkuyorum. h1n1 canavarı beni ebeliycek mi???ya daaaa


who'll be the last to die for a mistake, the last to die for a mistake!!

sağlıcakla kalın temennisi günümüzde geyik olmaktan çıkıp gerçek bir anlam kazandı. sağlıcakla kalın sevgili dünyalılar!