sevgili işverenler,
şimdi size üzücü bir haber vereceğim. cuma günleri size zarar yazmaktadır. cuma günleri çalışanların en sevdiği günlerdir, tabii eğer çalışanlarınız normalse ya da cumartesi bir iş günü değilse. çalışanlar cuma günleri özellikle öğleden sonra artık iyice tatil moduna girerler. çalışır gibi bilgisayarlarına bakarken aslında hoşlarına giden internet sitelerinde surf yapmakta, msn ya da gtalk da yazışmakta ya da ofisin çeşitli köşelerinde kaynatmakta ya da sigara molasını upuzun tutmaktadır. aslında bazılarınız bu gevşemenin farkına varmış ve "casual friday", "free friday" gibi yabancı menşe-ili kavramları ofisinize katmışsınızdır. (yani bu nedir? çalışanlar her gün olduğundan daha spor giyinir. mesela takım elbise ile gidilen ofislere kanvas pantolon gömlekle gidilir, takım elbise giyilmeyenlere- bizimki gibi- neredeyse şortla gelinir, olayın suyu çıkarılır). e zaten kıyafetleri de rahatlayan çalışanlar ruhen daha da rahatlar ve cumaları işveren için zarar yazar. bu durumu önlemeye çalışsanız dahi, sadece banka şubelerinde çalışan personelinizin üzerinde etkili olabilirsiniz. o yüzden bu fikir ile barışmaya çalışın. siz de rahatlayın, öğleden sonra bandırma ferbotuna binerek ege deki yazlığınıza- karınız ve çocuklarınızın yanına gidin- ve bu suretle işyerini erken terkedin ki biz de keyfimizi bulalım.
saygılar
not: sevgili işveren, sana bir sır. ben cumaları hafta sonu giydiğim kıyafetler tadında kıyafetler ile işe geliyorum ve öğleden sonraaaa napıyorum bil bakalım.
parasol'e özel arama kutusu
29.5.09
28.5.09
PÖTİ BÖRR BENİM VAZGEÇİLMEZ BİSKÜVİM
ufaklığımdan beri sadık kaldığım yiyeceklerden biri işte bu basit, mütevazi, sade ve narin pöti börrdür. güzel pöti börümü çaya batırabilirim, nestcafe ye batırabilirim. soğuk sütün yanında yiyebiliirm ve pöti bör varsa başka bir şey istemeyebilirim. pöti bör ün benim için diğer bir alternatifi de finger bisküvidir. finger, biraz daha tıknaz, daha tatlı, daha yuvarlak ve daha espritüeldir. son senelerde ülker in yeşil sermaye durumu sebebi ile sadece eti pöti bör ve finger alıyorum. biz küçükken ve o zamanlar daha şirin bir aile iken annem pöti bör ün içine lokum koyup yerdi. biz de kardeşimle iki pöti bör ün arasına yağ ve vişne reçeli sürer, bir nevi sandviç yapar, öyle yerdik, hatta bunu bile çaya batırırdım ben. bir de galiba pöti bör mozaik pastanın ana maddelerinden biridir ki bu durum bile pöti böre saygı duymam için yeterlidir.
şimdilerde artık bu aksesuarları kullanmadan direk çaya batırıyorum ve afiyetle yiyorum. malum artık daha sağlıklı beslenmeye çalışıyoruz!!
pöti börr pöti börr
gel beni gör
seni nasıl da seviyorum
gözlerinden öpüyorum..
bu saçmalığa dayanamadıysanız pöti bör yemeyin, bu da nerden çıktı diosanız şu an çaya pöti bör batırıyorum.
şimdilerde artık bu aksesuarları kullanmadan direk çaya batırıyorum ve afiyetle yiyorum. malum artık daha sağlıklı beslenmeye çalışıyoruz!!
pöti börr pöti börr
gel beni gör
seni nasıl da seviyorum
gözlerinden öpüyorum..
bu saçmalığa dayanamadıysanız pöti bör yemeyin, bu da nerden çıktı diosanız şu an çaya pöti bör batırıyorum.
FORMAT ATTIM, MUTSUZ OLDUM
işyerindeki bilgisayarım artık gerektiği gibi çalışmadığından dün itibari ile kendisine "format atmak" diye taaabir edilen işlem yapıldı (bu çözüm bilgi işlemcinin çözümüdür) . bugün formattan sonraki ilk gün ve artık hiçbir şey eskisi gibi değil :( öncelikle, firefox um bir türlü eski görünümüne kavuşamıyor. colorful tabs mi yapmadım, radyo eksenimi eklemedim, hava durumunu mu koymadım.. ee hepsini yaptım yine de gözüm tutmadı. sonra müziklerim ve resimlerim karıştı, podcast lerimin hepsi yok oldu... benim gibi alışkanlıklarına sadık bir insanın, bir günden bir güne değişiklikleri hazmetmesi biraz zor oluyor.
bir daha format atmak mı, tövbe ki ne tövbe. bu arada gördüğüm kadarı ile erkekler bu işe çok meraklı format atmaktan ayrı bir zevk alıyorlar. ne zaman başları sıkışsa hemen at bir format, ohhh problemi kökünden çöz. bu konuyu da hemen günlük hayattaki kadın erkek ilişkilerine çıt diye çıtçıtlayabiliriz. neymiş? kadınlar problemleri çözmek için incik cıncık uğraşır, son ana kadar gemiyi terk etmezken- mesela ben format attormadan önce 1 hafta bekledim belki makinam düzlemeye karar verir diye-, erkekler bir problem karşısında dona kalır ve onunla ince ince uğraşmak yerine çaat konuyu bitirir, problemi halı altına süpürürmüş. bu bence böyle itirazı olanlar tabii ki olabilecektir, ama şunu söylemeliyim ki bizim ofisteki bilgi işlem sorunlusu bir erkek !!!
bir daha format atmak mı, tövbe ki ne tövbe. bu arada gördüğüm kadarı ile erkekler bu işe çok meraklı format atmaktan ayrı bir zevk alıyorlar. ne zaman başları sıkışsa hemen at bir format, ohhh problemi kökünden çöz. bu konuyu da hemen günlük hayattaki kadın erkek ilişkilerine çıt diye çıtçıtlayabiliriz. neymiş? kadınlar problemleri çözmek için incik cıncık uğraşır, son ana kadar gemiyi terk etmezken- mesela ben format attormadan önce 1 hafta bekledim belki makinam düzlemeye karar verir diye-, erkekler bir problem karşısında dona kalır ve onunla ince ince uğraşmak yerine çaat konuyu bitirir, problemi halı altına süpürürmüş. bu bence böyle itirazı olanlar tabii ki olabilecektir, ama şunu söylemeliyim ki bizim ofisteki bilgi işlem sorunlusu bir erkek !!!
27.5.09
İNGİLTERE YE HOŞGELDİNİZ
bugün radikal gazetesini okuyan olduysa görmüştür, okuyan olmadıysa da buradan görebilir, polonyalı fotoğraf sanatçısı maciej dakowicz ingiltere nin cardiff kentinde cuma ve cumartesi gecelerinni geç saatlarini görüntülemiş. alkolden çıldıran ingilizler de tam olarak durumlarını yansıtmışlar :) maciej, tüm şehirleri dolaşarak foto çektiğini ancak ingiltere de ki gibi bir eğlence anlayışına hiç rastlamadığını söylemiş. valla doğru demiş.. . yani işte olay budur. alkolün bedende çığırdan çıkmasına en guzel örnek. bence müthiş bir durum, kimse kimsenin ne giydiğine, ne yaptığına, ne yediğine, ne içtiğine bakmaz, herkes kafasına göre takılır. eğer türkiye de hal böyle olsa, düşünün tecavüze uğrayan gerek erkek gerekse de kadın sayısı bir gecede kaç olur!!
ingiltere yi her hali ile seviyorum kim ne derse desin.
daha fazla foto için buraya tık tık.
26.5.09
HEART OF GOLD
Neil Young babamla aynı yaşta Kanada lı bir folk- rock şarkıcısıdır. geçtiğmiz günlerde de "fork in the road" adlı yeni bir albüm yayınladı. benim kendisi ile olan ilişkim uzaktan takip etmeyi pek geçmez ama bir şarkısı vardır ki "heart of gold", işte o benim favori "içli" şarkılarımdan biridir, hele ki bir de johnny cash versiyonu çalıyor ise hüzün iki kat katlanır. ne der bu şarkı? aslında- hepimizin arayışında olduğu- "altın kalp"i arayan adamı anlatır. adam hollywood a gitmiştir, redwood (kaliforniya sahilleri imiş) a gitmiştir, okyanuslar geçmiştir ve oralarda altın bir kalp aramıştır, zaten yaşlanıyordur da, bu sebeple bu kişiyi bulmayı çok ister, hatta bu arayış onun kendisini altın arayan bir madenci gibi hissetmesine sebep olmuştur.
bu şarkının beni etkilemesinin bir sebebi lirik ve melodi bütünlüğü, çünkü bu benim takıntım. lirik takıntım var, melodi takıntım var... ama daha önemli bir sebebi, o "altın kalp" arayışının herkes için- en azından benim için- çok geçerli olmasıdır. hayatımız boyunca hep o aradığınız kişiyi bulmak istersiniz- adına ne derseniz artık ruh ikizimi, ruh eşimi, beyaz atlı prensi mi- bazen bulduğumuzu sanıyoruz, bazen gerçekten buluyoruz, bazen bulup da kıymetini bilemiyoruz, bazen de hiç karşılaşmıyoruz. en tehlikelisi, aradığınız kişi olmamasına rağmen kendinizi çaresiz hissedip bir insan ile hayat birleştirmek. burada bulduğunuzu zannetmekten bahsetmiyorum, aslında içten içe altın kalbin o olmadığını bilirsiniz ama yine de kendinizi bile bile kandırırsınız, bunu yapan insanlar çok. neyse herkesin altın kalbi kendine... bu arada acaba aslında böyle birisi yok mu? neil young bu şarkıyı yazarken aslında bu arayış ile alay mı ediyor? işte bu da başka bir konu. ben beyaz atlı prens durumlarına asla inanmadım, en inandığım şey, insan hamuru diye bir şey olmasıdır ve iyi hamurlar benim altın kalbimdir.
Ive been to hollywood
Ive been to redwood
I crossed the ocean for a heart of gold
Ive been in my mind, its such a fine line
That keeps me searching for a heart of gold
And Im getting old.
Keeps me searching for a heart of gold
And Im getting old.
şarkıyı dinlemek için buraya tık tıklayınız.
bu şarkının beni etkilemesinin bir sebebi lirik ve melodi bütünlüğü, çünkü bu benim takıntım. lirik takıntım var, melodi takıntım var... ama daha önemli bir sebebi, o "altın kalp" arayışının herkes için- en azından benim için- çok geçerli olmasıdır. hayatımız boyunca hep o aradığınız kişiyi bulmak istersiniz- adına ne derseniz artık ruh ikizimi, ruh eşimi, beyaz atlı prensi mi- bazen bulduğumuzu sanıyoruz, bazen gerçekten buluyoruz, bazen bulup da kıymetini bilemiyoruz, bazen de hiç karşılaşmıyoruz. en tehlikelisi, aradığınız kişi olmamasına rağmen kendinizi çaresiz hissedip bir insan ile hayat birleştirmek. burada bulduğunuzu zannetmekten bahsetmiyorum, aslında içten içe altın kalbin o olmadığını bilirsiniz ama yine de kendinizi bile bile kandırırsınız, bunu yapan insanlar çok. neyse herkesin altın kalbi kendine... bu arada acaba aslında böyle birisi yok mu? neil young bu şarkıyı yazarken aslında bu arayış ile alay mı ediyor? işte bu da başka bir konu. ben beyaz atlı prens durumlarına asla inanmadım, en inandığım şey, insan hamuru diye bir şey olmasıdır ve iyi hamurlar benim altın kalbimdir.
Ive been to hollywood
Ive been to redwood
I crossed the ocean for a heart of gold
Ive been in my mind, its such a fine line
That keeps me searching for a heart of gold
And Im getting old.
Keeps me searching for a heart of gold
And Im getting old.
şarkıyı dinlemek için buraya tık tıklayınız.
25.5.09
ORHAN GENCEBAY
"orhan baba yale e kapak oldu" başlıklı bir haber dolaşıyor etrafta. işte kapak da bu aşağıdaki kapak. yale de turkler ve osmanlı tarihi üzerine bir araştırma yapan Prof. Findley ‘Türkiye, İslam, Milliyetçilik ve Modernlik’ adlı kitabının kapağına orhan gencebay ın "aşkı ben yaratmadım" adlı albümünün kapağını koyacakmış ve bunun için bir amerikalı "terbiyesi" ve "görgüsü" ile orhan gencebay dan telif izni istemiş. filan falan. şimdi orhan gencebay ın türk toplumu için önemi tartışılmaz, benim gibi daha çok orta sınıfta yerini almış tiplar dahi orhan gencebay dinler ucundan ve müzikçalarında şarkıları bulundurur ( bu lafı etmemin sebebi gelir düzeyi düşük ve/veya çileler içinde yaşamış insanlara daha yakın bir müzik olmasıdır, yani benim gibi tatlı su hayatlarından daha zor hayatlar içindir çoğu şarkısı). hatta ana eğilimi yabancı müzik çalmak olan barlar araya bir orhan gencebay şarkısı sıkıştırır. ancak ben bu haberi görünce bir afalladım. yani kitabın başlığı çok ağır, içeriğinin de ağır olduğu düşünülebilir. koca bir kültürden, tarihten ve çelişkiler kümesinden, zıtlıklar zincirinden, 23425 bilnmeyenli bir denklemden bahsediyor olmalı- yoksa türkler ve osmanlı zaten nasıl anlatılır- ama bu kapak için bir yanım "evet tam da budur" diyor, bir yanım ise bir amerikalı gözünden bakıp- hele ki karmaşık yapıyı bilmeyen bir amerikalı gözünden bakıp- "aaa bu türkiye fas-tunus-cezayir in kardeşi mi?" diyor, hatta "afrika da mı acaba?" diye de sorabilir zira bir çöl durumuda mevcut. velhasıl, bu ülke ile ilgili kafam karıştıkça karışıyor. diyeceğim şu ki;
Dilerim her arzun gerçek olsun
Hayat bu, şansın hep açık olsun
Dertler benim, çile benim
Hayat senin senin olsun
Hatıralar, hasret benim
Ömrüm senin senin olsun
klip için buraya tık tık.
Dilerim her arzun gerçek olsun
Hayat bu, şansın hep açık olsun
Dertler benim, çile benim
Hayat senin senin olsun
Hatıralar, hasret benim
Ömrüm senin senin olsun
klip için buraya tık tık.
Subscribe to:
Posts (Atom)