parasol'e özel arama kutusu

10.4.10

ilgilenenlere duyuru

ilgilenenlere duyuru:

sevgili ilgililer, parasol adlı biricik, pekicik, minicik, cicicik bloguma 2 yeni bölüm ekliyorum. 

1- "header"kısmında haftalık olarak kendi çapımda yer verdiim sanatçıların listesi "parasol'e konuk olan sanatçılar" adı altında yer alacaktır. sağ tarafta altlara doğru. bu sanatçılar ile duygusal bağ kurmak isteyen ilgililer sanatçının üstüne tıklayabilirler

2- yine sağ tarafta aşağılarda bir yere "hayatın heyecanı" adı altında kendimle ilgili heyecan objelerini ya da olaylarını söylüyorum. tamamen dönemsel, tamamen duygusal, tamamen kişisel....

bilgilerinize sunar
gönlünüzün istediği şekilde bir hafta sonu geçirmenizi dilerim..

not: "yahu resmi yazıda not mu olur"derseniz, haklısınız ama şey yani şey tanrıdan dileğim 3 kolonlu blog formatına geçmektir, yoksa buradan splaaashhhh diye fışkırıvericem allah vermeye!

9.4.10

İDYOT MUSUNUZ DEĞİL MİSİNİZ??

haftasonuna girmeden önce idyot olma ihtimaliniz ile ilgili çeşitli işaretleri öğrenmek ister misiniz? böylelikle rahat bir haftasonu geçirebilir, ya da rahatsız olup haftasonunuzu çeşitli zeka geliştirme oyunları ile değerlendirebilirsiniz. yani her hal ve karda sonunda rahat edersiniz!! işte idyot olma ihtimalimizi yükselten işaretler;

* asansörün zaten yanmakta olan "çağır" butonuna tekrar basmak

* bir alan bir bedava seçenekli pizza promosyonları dahilinde iki tane peynirli ve sucuklu pizza ısmarlamak

* starbucks'ın kahve boylarının aklınızı karıştırması

* soğuk ve mesafeli oldukları için kedilerin zeki olduğunu sanmak

* balık yiyen "sözde" bir  vejeteryan olmak

* cv'nizi şirin, renkli süslü-püslü kağıtlara yazmak

* indirim günlerinde, ihtiyacınız olmayan şeyleri alarak, para tasarrufu yaptığını sanmak

* tüm başarısızlıklarınızdan başka hiç kimseyi değil, sadece kendinizi sorumlu tutmak

evet işte bilim o kadar gelişti ki, böyle kısa ve öz sorular ile idyotizmi ortaya çıkartabiliyorlar. benim idyot olduğuma dair bazı işaretler var, örnekse starbucks kahve boylarını karıştırıyorum, indirim günlerinde olur olmaz alışveriş yapıyorum ama bunun yanında diğer maddelerde hiç de fena sayılmam!! 

"half an idiot, that's what I am
don't shout this at my face once again" -

bir morrissey şarkısı değildir, mp3'lerinizin ayarı ile oynamayın!!!!

idyot notu: idyot dilimizin özünde aptal, şapşal, salak vb onur kırıcı kelimeler ile ifade edilebilir ama idyot daha bir korunaklı gibi... bu yüzden kullanmaya özen gösterdim :)

8.4.10

phoenix- ARİZONA

dün oturdum, yok yattım, yok aslında yarı oturdum yarı yattım,- ver bakalım semra hn şu dvd'yi dedim, köprüden geçtim- yok yok öyle olmadı ... aslında şöyle oldu gerçekten de yarı yattım. evde semra hn olmadığı için dvd yi kendim koydum ve play'e bastım. işte sonunda "crazy heart" izlenmeye hazırdı. tabii ki her sağlıklı kadın gibi ben de yıllar yılı- kendisi gençken de, orta yaşlı iken de, orta yaş üzeri iken de- jeff bridges'i çok beğeniyorum. ağzım açık seyrediyorum. kendisi gerçekten çok iyi bir iş çıkarmış ve gayet ama gayet ama gayet sıradan bir senaryoyu ilgiyle izlenir hale getirmiş (tabii aktörler bu günler için var da diyebiliriz), ve yine tabii ki müzikler de çok güzeldi, ki ben zaten belkide önceki hayatımda arizona çöllerinde kement attım da country müziğini bu yüzden çooook seviyorum- bundan da şüpheleniyorum!!

ama bu filmin bende uyandırdığı başka bir dürtü ise çok daha etkiliydi. evet sevgili dünyalılar ben arizona'ya gitmek istiyorum. kahverenginin her tonunu, atları, büyük pick-up'ları (kamyonetleri), çiftlikleri, dağları- taşları, yerel barları, o barlarda çalan müzikleri, o barlarda oturan kovboy şapkalı kadınları- erkekleri, önümde buharlaşan yolları, az pişmiş biftekleri, barbeque partilerini görmek istiyorum. tabii ki gitmişken çok çok güzel kovboy çizmeleri almayı ihmal etmemeliyim. hadi bana eyvallah!! nereye mi??? gündüz düşümeeee...
stop torturing our hearts

hey siiiiiiiiiiizz, kalplerimizi rahat bırakın da keyfimize bakalım!!!

7.4.10

ANNE, KEŞKE.... SÜT DİŞLERİMİ... BEBEKLİK DİŞLERİMİ....

son zamanlarda aklıma düştü çocukluk dişlerim, süt dişlerim!! o kadar korkardım ki canım acıycak diye, dişler ağzımda sallanır, sallanır, sallanır ve sonunda babam o kadar gıcık olurdu ki beni sever gibi yapıp kandırır ve elindeki mendil ile dişimi tuttuğu gibi çekerdi! tabii ki de çoğunlukla acımazdı ama ben yine de yaygarayı koparırdım. biraz daha aklım başıma gelince ama hala süt dişlerim varken, kendi kendime dişime ip bağlayıp o ipi de kapıya bağlayıp birilerine kapıyı bi çektirirdim, diş kopup giderdi. eminim bu operasyonda ananenim parmağı vardı ama ben şu an hatırlamıyorum!! bu süt dişlerimi mendillerimin arasına koyar saklardım ama sonra ne yaptım bilmiyorum. şimdi ise onları göresim var. evet gezegen sakinleri süt dşlerimi görmek istiyorum. evrene mesajımı buradan gönderiyorum, bring my, bring my, bring my milk teeth baaaacccccckkkkkkk!!!

anneme not: yaaa anneeeeeeee, keşke saklasaydın beee. insan bi şi yi saklar, patik diil, eldiven diil bunlar bildiğin organım benim, atılır mı yaa oooffff!! 

herkese not: şu an paşabahçede süt dişi kutusu satılıyor, beyinler gelişti tabii, şimdiki çocuklar benim gibi ileride delirmesin, süt dişlerini geri istemesin, evreni meşgul etmesin diye şirin kutular satıyorlar. ahh beee keşkeeee!! anneee anneeeee

6.4.10

ennn ennn ennnn ennn harika müzik filmleri

işte enn'li bir post ile karşınızdayım. nme.com her zamanki gibi çok güzel bir derleme yapmış, bana da buraya kopyalamak kalmış!! baktım ki ben çoğunu bilmiyorum, kendime ödev verdim çoğunu seyredicem... bu arada tabii ki high fidelity'nin ilk 10'da olması harika- ki aslında konulu bir film olup müzik filmi listesine girmesi bence ayrı bir başarıdır. onun dışında ben trainspotting ve 24 hour party people'ı görmüştüm ama iştahım kabardı, bir kez daha görücem :) bu arada  konumuz en harika ilk 10 müzik filmi:
(nme aslında 50 film seçmiş ve işte hepsi buracıktaaa)


1- 24 hour party people (2002)

  











2-  anvil:the story of anvil (2008) 


3- control (2007) (joy division)













4- almost famous (2000)



5- some kind of monster (2004) (metallica)













6-trainspotting (1996)

7- quadrophenia (1979)












8- don't look back ( 1967) (bob dylan)


9- this is spinal tap (1984)













10- high fidelity (2000) 

5.4.10

ev sahibinizi ne kadar tanıyorsunuz?

hani ingilizce'de ev sahibine landlord deniyor ya "yuuh" diyesim geliyor. bir nevi "kölelerin sahibi", bir nevi "toprak ağası", bir nevi "lordlar kamerası"... aklıma böyle büyük büyük şeyler geliyor. ev sahibi hatta ev sahibesi demek ise daha bir güzel, şöyle ufacık tefecik tontiş bi teyze aklıma geliyor!! (ilk kez ingilizce'ye rağmen turkçe'de bir şey beğenmiş oldum, bunu da buraya çiziyorum_________.)

emlakçılar daha iyi bilir :) genelde hep kiracı kavun karpuz rolündedir, orası burası koklanır, şöyle bir elde hoplatılır, "hmmm bu iyi fena diil, bekar hiç diil, serseri hiç hiç diil, aklı başında bordrolu eleman, hemen alalım evimize koyalım" denir- gibi geliyor bana. bunun aksini hiç düşünmemiştim taaa ki bu hafta sonu bunun aksini düşünen bir arkadaşıma denk gelene kadar. tam tersi nedir? yani, ev sahibinize her ay paralar akıtırken onun iyi birisi olup olmadığını, bu parayı hak edip etmediğini ölçüp biçmektir. helal olsun vallahi de süper düşünce, bence de böyle yapmak lazım bir yer kiralarken ev sahibini kavun gibi hoplatmak, onun, çalışıp didinip zar zor kazandığınız bu paraları hak edip etmediğine bakmak lazım :)

yıllardır sefil bir kiracıyım, ne ev sahibimin yüzünü gördüm, ne sesini duydum. aracılar aracılığı ile her ay bir banka hesabına kiramı yatırdım durdum. eğer onu "iyi insanlık testi"nden geçirmek aklıma gelseydi muhtemelen şu an bu evde oturuyor olmazdım, ama neymiş sevgili gezegen sakinleri; "bu gezegende gün geçmiyor ki yeni bir şey öğrenilmesin, gezegen değil mübarek resimli dünya atlası :)"

not: eğer derseniz ki "madem çok biliyosun, ee madem de artık öğrenmiş oldun, o zaman çık o evden kendine paranı hak eden bir ev sahibi bul", ee doğru dersiniz de taşınma parasını vermek isteyen iyi kalpli bir gezegen sakini var mı????

4.4.10

ohhh beeee!!

hakkaten de ohh beeee!! bunu görmek içimi rahatlattı... repliklerimiz hep aynı değil mi ? "keşke burada olsaydın, keşke şimdi şurada olsaydık, keşke yaz olsaydı, keşke param olsaydı keşke keşke". yanlış anlaşılmasın ben "keşke"ye karşı bir insan değilim. hani bazı tipler var "keşke demekten hoşlanmam, pişman olmam aslaaa" diye beyannatta bulunurlar, hah bildiniz siz onları, işte ben onlardan değilim. insansak eğer ve bir çok hata- yanlış- salaklık yapıyorsak "keşke"de diyeceğiz tabii ki. dibine kadar pişman olacağız yaptıklarımızdan, hatta kahrımızdan öleceğiz- öleceksek ölellim heeyyy. mesela ben !! 

ayy neyse sevgili dünyalılar, "KEŞKE BURADA OLMASAYDIN!!" ne de güzel geldi kulağıma. hani böyle içimiz şişer, kabarıri kabarıır, sanki patlayıp her bir hücremiz etrafa sıçraycak gibi gelir yaa, yanımızdaki insan/insanlar boğar bizi, boğar da boğar. işte o zaman deriz içimizden: "hay allah tependen baksın, I wish u were not heeeeeereeeeee"