parasol'e özel arama kutusu

17.10.09

cicim

filmekimde ek seans hakkı tanınan filmlerden bir tanesi- orijinal adı ile "chéri"- türkçe adı ile "aşkım"dı. filmde ise "chéri" kelimesi "cicim" olarak çevrilmişti. ben bu filme gitmeye meraklı değildim ancak dün akşam ki programlar, dün konulan ek seanse gitmeme bahane oldu. öncelikle festivallerde filmlerin, izleyici çekmek için, şişirilmesine bir örnek olarak bu filmi verebilirim, film kötü olduğundan diil ama o kadar da harika! olmadığından ötürü...

bu film ile ilgili olarak çeşitli yerlerde okuduğum özetlerde, filmin, genç delikanlılar ile gönül eğlendiren lea'nın maceralarını anlattığını söyleyen özetler vardı, ki ben bu özetleri şiddet ile kınıyorum çünkü film bundan bahsetmiyordu. bana göre film aslında hayat ve zaman ile ilgili çok dokunaklı bir mesaj veriyordu. evet filmde hala harika bir inceliye ama orta yaşın üstü bir görünüme sahip olan michelle pfeiffer (bi kerede yazdım, bravo bana) yani lea ile 25 yaşındaki genç delikanlı arasındaki ilişkiden bahsediliyordu ama asıl anlatılan şey; bu hayattaki gerçek ve tek aşkımız olabilecek bir kadın ya da erkeğin zaman açısından bizden farklı bir dilimde dünyaya düşmesinin, ne kadar hükmedilemez ve ne kadar çaresiz bir durum ortaya koyabileceğiydi...  bence bu gerçekten hayatın bize oynayacağı en adi oyunlardan bir tanesi olabilir!!

onun dışında herşeyden öte, bir dönem filmi olarak, kostüm tasarımı ve sanat yönetmenliği açısından takdire şayan filmler kategorisinde yerini garanti alır, almalıdır da :)

16.10.09

fall- ing (yani sonbaharlamak)


evet sevgili gezegen sakinleri, yine bir hafta sonu daha geldi çat dedi. şehrimiz adeta biz sıkılmayalım die etkinlikten etkinliğe koşmakta. hiç de gerek yokken ben size bu hafta sonu neler var neler post u yapayım. 

1- bi kere şu yukarıdaki posteri görüyo musunuz? kaan sezyum un bu akşam ki etkinliği ile ilgili. etkinliğe gitmeyi planlıyoruz ama daha da önemlisi süper komik bir poster diil mi?? kedinin aslan oluşu, erkeklerin orangutan oluşu, küçük notlar filan da falan.erkek-kadın ilişkisinin kısa ama öz özeti... zekice zekice...

2- iki kere, yarın babylon da andy votel var. ben gitmeyi çok istiyorum ancak gidemeyebilirim. aynı akşam bay votel dan önce imer demirer var ki onu da jaz ı bilenler çok tavsiye ediyo. haberiniz olsun siz de jaz seviyor ve de bay votel ı dinlemek istiyorsanız şehbender sokağın yolunu bulun.

3- üüüjj, bahsettiğimiz hafta sonunda bir de film ekimi başlamaz mı!!!! bak sen şu allahın işine. bu akşam "aşkım" var ek seansa bilet bulunabiliyor. ben ayrıca kapitalizm, 9, ispiyoncu ve dönüşüm adlı filmlere biletlerimi aldım bekliyorum.

4- tüm bunların yanında dört olarak vizyona giren filmlerde var, ki mesela ang lee nin özgür woodstock adlı filmi geldi , benden kaçmaz, pazar günü için ideal bir etkinlik derim, ben, kendim, sizden bağımsız olarak.

işte bööle. bir geyiğin daha sonuna geldim. aman etkinlik yapıcam derken mutluluğa kendinizi kaptırmayın die, size new model army'den depresyonun damardan alınan hali, bir sonbahar şarkısı gönderiyorum.

And everything is beautiful
Only because everything is dying


15.10.09

Summer'lı 500 gün



bu film geçen hafta vizyonlarımıza girmiş ve türkçeye "aşkın 500 günü" şeklinde çevrilmiştir. aslında özel isim olan ve aynı zamanda filmin esas kızı olan Summer ile geçirilen 500 günü anlatmaktadır. eğer filmi seyretmediğseniz ama seyretmeyi planlıyorsanız bunu okumayın, ya da canınız nasıl isterse öyle yapın.

filmin öyle fazla fazla irdelenecek bir durumu yok, zaten öyle de olsa ben beceremem. şeker gibi bir film, güzel müziklerin, çok sevimli bir erkeğin ve ilginç bir kızın oynadığı bir film. hem kız hem oğlanın bence gayet başarılı bir performans sergilediği bir film. güzel mekanlar, güzel görseller, yalın hayatlar, aşk, mutluluk, hüzün, acı hepsi var...

her ne kadar sanki film "özgür ruhlu ve bağlanmak istemeyen bir kız ve ona deli gibi aşık olan bir erkek" (her zaman tersi olur ya o açıdan kızların egolarını okşuyor, ne diyeyim!) görünümünde ise de asıl ana fikir bence şudur; karşınıza çıkan kadın ya da erkek size "ben şu an bağlanmak istemiyorum, özgür takılmak istiyorum, adımız arkadaş olsun ama biz daha da derinlere inelim, ammaaaaa hiç bir zaman bir beklentimiz olmasın" diyor ise, bu kişi sizden hoşlanıyor ve sizi ilgi çekici buluyordur ancak hayatının aşkı siz değilsinizdir, ve bu kişi hayatının aşkına rastladığı anda size söyledikleri bir hiç olacak ve o da diğer tüm insanlar gibi kendini aşk klişesinin içinde bulacaktır. ayrıca filme göre kader değil, şans ve tesadüfler vardır. bir nevi "sliding doors" havası yani...

işte film budur. bana amerikalıların ingiliz müziği dinlemesi hep tuhaf gelir, bir türlü onların yaşam stillerine uyduramam hüzünlü ingiliz müziğini, bu yüzden bu filmdeki ingiliz müziği hayranlığı bana yapay geldi. haaa derseniz ki senin gibi türk kızına ingiliz müziği uyar mı? valla bal gibi de uyar, acıların çocuğu diil miyiz ki hepimiz, morrissey de bir nevi orhan gencebay, müslüm gürses, ibrahim tatlıses türevi değil midir bu minvalde?!!




hani hani songs:ohia şarkıları içimi dağlıyodu ya...

bu hayat garipliklerle dolu ve gün geçmiyor ki bir yenisi daha eklenmesin. uzun zamandır takmış olduğum songs:ohia işte şehrimize geliyor. hiç bunu tahmin eder miydim? U2 nun gelmesi benim için daha olası bir durumdu... tek farkları isimlerinin artık magnolia electric co. olması. tabii ben de çoğu ölümlü gibi onların isimlerini değiştirdiğini bilmiyordum ama bant ekibi sayesinde bunu da öğrenmiş oldum. şimdi işin en zor kısmı olan 27 ekim de indigo ya gidecek birilerini bulma çabası olacak!! yahu adamlar taaaaaaaaaa amerika'dan geliyor da ben şuradan şuracığa gidemezsem valla da ayıp olucak. bu arada küçük bir bilgi her iki grubun da kurucusu ve söz yazarı jason molina'ya buradan kalbimi gönderiyorum.- bence- harika şarkılar yazdığı için.

magnolia electric co dinlemek için şuraya basın, songs:ohia dinlemek için buraya vurun.

ben bir kez daha - aşk için her şey mübah kıvamında- şu sözleri sizlere hatırlatarak bu post u sonlandırıyorum.

Wanna feel my heart break if it must break in your jaws
Want you to lick my blood off your paws
İf you can't get her fast enough
I will swim to you

14.10.09

TOM WAITS'İN SESLERİ

  • atların ve trenlerin geçişi*
  • okulun paydos zilinde çocuklar*
  • aç kargalar
  • orkestranın akort yapması*
  • eski weasternlerdeki bar piyanosu*
  • lunapark treni
  • buzun eriyişi*
  • matbaa*
  • transistörlü radyodan maç nakli*
  • bir apartmanın penceresinden gelen piyano dersi*
  • traktör
  • eski yazar kasalar*
  • tap dansçıları*
  • arjantin'deki futbol tribünleri
  • kalabalık bir lokantanın mutfağı*
  • sis düdüğü*
  • eski filmlerdeki gazete büroları*
  • fillerin yürüyüşü*
  • sucuğun kızarması*
  • boks ringindeki gong*
  • çince tartışma*
  • langırt*
  • kestane fişeği
  • zippo çakmak*
  • theremin (ilk elektronik müzik aleti)
  • güvercinler
  • martılar
  • baykuşlar
  • kumrular*
 tom waits ile yapılan bir röportajda (roll 6.özel sayı), en sevdiği seslerin bu yukarıdaki sesler olduğunu söylemiş. bu listeyi verirken kaç dakika düşünmüş? yoksa hemen ardı arkasına sıralamış mı? bana sorsalar çoğunu aklıma getiremezdim die düşündüm. tabii ki o bir müzik adamı olduğu için çok daha iyi düşünebilir. verdiği tüm sesler bence de çok güzel, ama bazıları daha da güzel. ben en en beğendiklerimin yanına yıldız koymak sureti ile mim yapmış oldum. bu aralar şehrimizde  tom waits gelsin söz versin durumları kol geziyor, bakalım ne olacak. benim için hava hoş :)

NOT: sisli günlerde yatağımda yatarken kadıköyden gelen sis düdüğünü duyuyorum ve bu harika bi şi !!

13.10.09

rüzgar bazen saçmalatır da...

herşey mis gibi yerli yerinde dururken, güneş gökyüzünde parlarken, birden bire bir rüzgar geldi ve tüm suküneti bozdu. birden bire ansızın, hiç haber vermeden... ben ağaçların yerinde olsam beni ordan oraya hoyratça savurduğı için ve benim de yapabileceğim hiçbirşey olmadığı için  feci kızardım rüzgara... "abicim dur bi sakin ol, ne bu asabiyet, yedin bitirdin bizi, dur bir mola ver!!" diyebilirdim.

ben ağaç olmadığım halde -en azından bu hayatta- çok kızıyorum kendisine çünkü beni korkutuyor. güzel güzel otururken, akşam vakti, birden bire her yer uğuldayıp, balkondaki çeşitli eşyalar korkunç sesler çıkarıyor, üstüne üstlük pencereler de ıslık çalıyor. tüm bunları duymamak için müziiği çok açtım bekliyorum ki öfkeli rüzgar dinsin diye. halbuki doğaya karşı koyulabilir mi? ha şaaaa... anneler ve babalar hiç korkmazlar da çocuklar neden hep korkarlar? the answer my friend is blowing in the wiiiiiiiinddddddddd....ililiiliiiiiiiiiii...

işte sevgili dünyalılar, ilişkilerde böyle, iki kişi sessiz sakin dururken birden bir kıvılcım çakar, rüzgar gelir ve herşeyi yerinden savurur desem ne kadar da klişe üstüne klişe olurdu!! :) heyecan iyidir boşverin, her gün aynı güneş tepede parlayamaz ya!!

hasta mıyım? yoooooo

hasta: 
sağlığı bozuk olan, esenliği yerinde olmayan, hastalanmış, rahatsız 


işte bu tanım, türk dil kurumunun "hasta"  kelimesi için verdiği tanım. biz kızlar ne çok "hasta" oluyoruz değil mi? en az her ay 1 kere... ne oluyoruz? virüs mü kapıyoruz? sağlığımız mı bozuluyor? esenliğimiz yerinde mi olmuyor? allahaşkına ne oluyor? olduğu şu; regl oluyoruz. peki bu bir "hastalık" mıdır? bence hiç de değildir hatta sağlıktır. esas olmazsanız hastasınızdır! ama maalesef dilimize dolaşmış bir kere. "bugün hasta oldum, şu an hastayım denize giremem, hastayım beyaz kıyafet giymesem daha iyi olur." bence bu da kadınları 2.planda gören toplumlarda, kadının başına gelen bu sağlıklı durumu, hastalıklı kılma merakından kaynaklanıyor. halbuki- ki ben sadece ingilizceyi biliyorum- batı toplumlarında ne diyorlar "peryodum var, peryottayım, peryottasın, peryottalar". doğrusu da bu bence sevgili dünyalı kadınlar, biz kendimize hastayım yerine başka bi şi dersek, erkekler de buna alışabilir. - bu arada "ne diyceeeeeeeez?? " haykırışları kulağımı deliyor, valla ben de bilmiyorum, her türlüsü bi garip. "aybaşı" ya da "adet görüyorum" desek çok domestik ve ayrıca ay başında olmak zorunluluğu yok. "regl" desek oda jigle gibi bi ses veriyor, türkçe dilbilgisine de aykırı... "menstural dönemimdeyim" desek çok bilimsel. amaaan, bilmiyorum ne diycez de "hastayım" ya da "halamlar geldi" demeyelim, hem halamızın olayla ne alakası var!! şöyle "coooooool" bi kelime bulsak, havamızı bassak!!! 

yaa bu ülke beni  sonunda ya ingiliz vatandaşı ya da aktivist yapacak korkuyorum!!


not: gerçeklerle yüzleşmenin zamanı geldi de geçiyoooooo!!

hemingway'in mezar taşında:

"ayağa kalkamadığım için kusura bakmayın"  

yazıyormuş. ne de güzel düşünmüş. hem ölü olma hali ile dalga geçip, hem de ziyaretine gelenlere incelikli bir mesaj vermiş. ince zeka başka bi şi tabii.  
(roll'un 6.özel sayısından öğrendim)

12.10.09

madonna ve ben


Madonna - Live Aid 1985. from MadonnArgentina on Vimeo.

80'lerde, her bir genç kızda olduğu gibi, bende de bir madonna hayranlığı vukuu bulmuştu. klasik olarak onun gibi giyinmeye ve saçlarımı onun gibi yapmaya çalışırdım, kliplerini seyreder, fotoğraflarını duvarlarıma asardım. ama esas benim için çok komik olan madonna hikayesi şöyleydi;

hani şu live aid'in olduğu sene, bob geldof lar , U2'lar filan... ben o yaz ayvalık'ta kapmış olduğum iğrenç bir virüs sebebi ile çok hastalanmıştım. o zamanlar izmit te oturuyoduk. kolibasili gibi bi virüs benim bademciklerime yerleşmiş aynı zamanda karaciğerime de zarar vermişti (bu nasıl oldu die sormayın, olmuş işte diyiip geçin). dana kadar iğneler oluyo ve hasteneyi koca bir kız olarak ağlamaktan birbirine katıyordum. iyileşmek için evde bi süre yatıp sürekli serum yiyip, hiç hareket etmemem gerekiyodu, okula gidemez, voleybol oynayamazdım. neyse işte ben de tırıs tırıs eve gittim. iğneden acayip korktuğum için serum durumları kabus oldu, benim için feci günlerdi, ama işte o gün gelmişti. live aid konseri!! ohhh harika, yatakta yatarak konserin tümünü seyrettim, hatta o zamanların favori icadı olan videoya da çektim. bizim ki beta idi... konserde madonna yı seyredince delirmiş ve hayran olmuştum. üzerinde renkli bir tayt ve beyaz bir ceket vardı galiba!! harika dans ediyordu. (şu an yazarken de çok gülüyorum). live aid'de madonna yı seyrettikten sonra, her gün serum şişesi bittikten sonra video yu açıp madonna nın karşısında "holiday" ve "get into the groove" şarkıları eşliğinde onun giib dans etmeye çalıştım. üzerimde pijama, karaciğerimde virüs, kolumda serum sonrası bant, peşimde ananem ve annem!! "kızım hastasın yat ne dansı ediyosun şimdi, aboooovvv" derdi ananem, "kızım allllaahaşşkına yat şuraya bak babanı arayacağım şimdi" derdi annem. ben de onları dinlemeden, sanki madonnanın türkiye şubesiymişim gibi onu taklit edip, deli gibi tepinir, bağıra çağıra da şarkıları söylerdim!!

işte böyle, malumunuz madonna "celebration" adlı bir album çıkardı, eski şarkılarına selamlar gönderdi, album kapağını da ünlü grafitti sanatçısı mr.brainwash yaptı (yukarıda gördüğünüz üzere). ayrıca mısır apartmanında cda projects adlı galeride martin schreiber'in "madonna nudes" adlı sergisi var ve 27 ekim e kadar sürecek. hem cd hem de sergi 70'lerde doğanlar için geçmişe bir ce eee deme fırsatı olabilir. içimden geldi öptüm sizi!!

not: video yu yazdıktan  sonra koydum, kıyafeti doğru hatırlamışım, danslar 4üncü dk da filan başlıyor.

11.10.09

AFERİN OBAMA

Aferin Obama
Gene şaştım kaldım
bu dünyaya
Sen git ayı bombala
Aynı günde
Nobel Barış Ödülü’nü versinler sana.

Gençsin
Seviliyorsun
Umut bağlandı sana
Ama halimize baksana
Yetmedi atom bombası Hıroshımaya
Şimdi gel de sen ayı bombala

Hatırlar mısın?
Ufaktın daha,
Astronotların ilk ayak bastıklarında aya.
Kovboy kızılderili oyunu gibi,
Ya da deniz piyadelerin
Gitmişcesine Trablusgarp’ta Osman topraklarına,
50 yıldızlı bayrağını dikmişlerdi aya.

Ama sen de biliyorsundur
Dalgalanır gibi duruyorsa da
Rüzgarsız uzayda,
Başını eğmeden dimdik kalmasının nedeni
Bayrak, aliminyum çubuklarla takviyeli.

Dünya başkanı gibi bakanlar çok sana
Ama yakışmıyor bombalar
Ne Afganistana ne de aya
Yazık olmasın, seçildiğinde
Van’da kesilen koyunlara.
Belki gün gelir bayraksız bir dünyada
Uzaya son bombayı atan adamdı
Diye yazılır adının yanına.


RADİKAL GAZETESİNDE BUGÜN YER ALAN GÜNDÜZ VASSAF'IN ŞİİRİ İŞTE BÖYLE. ÇOK BEĞENDİM, PAYLAŞTIM!