parasol'e özel arama kutusu

1.8.09

cep telefonumun 3g özelliğine yazarım adını: EY ÖZGÜRLÜK!

tutkulu karakterime karşılık ideolojik tutkularım hiçbir zaman olmadı, ama lise hayatım boyunca-çoğu liselinin yaptığı gibi- yoğun bir şekilde benim de zülfü livaneli dinlemişliğim vardır. tüm şarkı sözlerini ezbere bilir, özellikle okul gezilerinde otobüse verilen kaset eşliğinde bağıra çağıra söyler, kendimizi sosyalist sanardık- tıpkı zülfü nün de sandığı gibi... benim gözlemlediğim kadarı ile özellikle komünist geçinen kişiler parayı gördümüğdü kapitalist dünyaya balıklama atlıyor. dolayısıyla bu işin suyu çoktandır çıkmış durumda. yine de artık yuh dediğim bir şey çalınıyor kulağıma son bir kaç gündür. hangi operatör bilmiyorum ama 3G reklamlarında zülfü nün ey özgürlük şarkısı cıngıl olarak dönüyor. sözleri de olsaydı şöyle mi olurdu?

Okulda lap top ıma

cebim de iphoe uma

Yazarim adini


eyyy özgürlüüüüüüüüük....

herşey para sevgili dünyalılar, zülfü nün ey özgürlük şarkısı dahi...

31.7.09

IT S ALWAYS BETTER ON HOLIDAY, SO MUCH BETTER ON HOLIDAY!!

not: bu aralar ingilizce yazageldiğim başlıklar için sorry!!! ama böyle oluyor. buna dikkat etmek için çaba harcayan bir insan değilim. umursamıyorum da.

işte yeni bir hafta sonu geldi çat-tı. yazın son ayının ilk haftasonusu. bu akşam bizim damaaadın doğum günü. bu vesile ile bir kutlama var. müzikler benden, içkiler kaptandan. bu müzik konusuna ayrıca sonra döneceğim. yarın bir moda kahvaltısını mütakiben takılmaca ve akşamına kısmet ise kendimi kadıköy e atıvericem. yine kısmet ise dans bile ederiz belki. bu arada santral istanbul da bedavaya bir etkinlik düzenleniyor. plaklar mı almak istersiniz, oyuncaklar mı istersiniz, müzik mi istersiniz, sergi mi gezmek istersiniz, çimlerde bira mı içmek istersiniz, kızları- oğlanları mı kesmek istersiniz, işte hepsi orada var. hiçbirini istemez misiniz? o zaman gelmeyin, bizim de keyfimizi kaçırmayın! bir maaani olmazsa ben bunları yapacağım, gidip orada neler oluyor kontrol edeceğim.

sonra pazartesi sabahı olduğunda yine bu masada oturuyor olacağım.

dipnot: eğer başıma bir şey gelirde burada olamazsam feci komik olur kanımca.

echo&the bunnymen bana çaya gelsin

evet, istanbul un en gözde gruplarından echo&the bunnymen ekim de yeni album çıkarıyormuş, ingiltere ve amerika turuna da başlıyomuş. hadi hayırlısı çocuklar! hani böyle "bizden biri" gruplar var ya işte e&b den onlardan. bakın şuraya çiziyorum, bu kış yine bir istanbul konseri gözüktü ufukta. buyrun gelin, biz hep orda oluyoruz. bu sefer çaya da bekliyoruz.

not: donnie darko ve echo&the bunnymen birleşince tadından yenmez bir karışım ortaya çıkması sebebi ile yerleri ayrıdır, ıssız bir orman yolunda bisiklete binerken arka ses olarak size de the killing moon çalsalar, siz de donnie darko olursunuz, ne olacaydınız?

30.7.09

how could anybody possibly know how they feel?

yakın geçmişte erkeklerin psikolojileri hakkında orda burda bazı yazılar okuyup duruyorum. bu yazıların yardımı ile toplumumuzdaki erkekleri düşünüyorum. aslında benim toplumum büyük şehirlerden ibaret. yani bence oldukça kısıtlı ama yine de gördüğüm kadarı ile erkeklerin üzerinde yoğun baskı var. küçüklükten itibaren kodlanarak geliyoruz. omuzlarına yükler biniyor da biniyor. hangi karakter özelliği ya da gen ile doğmuş olurlarsa olsunlar, hep "erkek" adam olmak zorundalar. güçlü olmak, mantıklı olmak, duygularından arınmak ya da en azından açığa vurmamak, ağlamamak, belli bir dövüşçü ruhuna sahip olmak durumundalar. bunlar da onlara küçüklükten itibaren ince ince işleniyor. büyüyüp de belli bir yaşa geldikten sonra da, iyi bir iş sahibi olmak, varsa ailesini geçindirmek, onların sorumluluğunu almak, iyi bir baba olmak, örnek olmak durumundalar. kadınlara baktığınızda onların bu türden hiç bir derdi olmayabilir, tabii eğer isterlerse. düşünsenize hayatını hiç çalışmadan evde geçiren bir sürü kadın var. çalışmak zorunda değiller, para kazanmak zorunda değiller, ağlayabilirler, duygularını dibine kadar dışa vurup kendilerini yerden yere vurabilirler, zayıf ve güçsüz olabilirler...

bizim ülkede, mesela, hem erkekler hem de kadınlar çok çabuk hayatın gerçekleri ile yüzyüze kalıyor. 30 una gelmeden evlenip, çocuk sahibi olup, göreceli olarak daha oturaklı, sakin ve ciddi bir hayata atılıyorlar. sonra bir bakıyorsunuz, yaş 35 ve hala herkes çok genç, ve yaşanması gereken bir sürü heyecan yaşanmamış, ve insanlar kilitli pencerelerin ardından dışarıda oyun oynayan çocuklara bakar gibi bakıyorlar. erkekler küçük yaşlarda bahsettiğim tüm sorumlulukları yüklenmek zorunda kalıyor.

merak ediyorum, bu kodları bize yüklemeselerdi nasıl olurduk acaba?

bu konunun bir de dış görünüş yönü var. bizde,erkekler bu konuda da gönüllerince özgür değil. canlı renkler giymek, modaya uymak, aksesuar kullanmak, çok dikkat çekici oluyor. genelde onlar sade, düz, göze batmayan "erkek" kıyafetler giyiyorlar. erkeklere yönelik moda kavramı bizim ülkede ne kadar kısır kalmış durumda bir düşünün. halbuki kadınlar ne isterlerde onu giyebilirler, pantolon da...

velhasıl, erkeklerin işi çok zor sevgili dünyalılar... isterdim ki erkek kadın sınıflandırması yerine insan birleşmesi olsun. herkes insan olsun. kimse ile cinsiyeti sebebi ile iletişim kurmak zor olmasın. hep dönem dönem bazı erkeklerin beyninin içinde dolaşmak ve tüm düşünce balonlarını görmek isterim, çünkü onlar düşünce balonlarını hiç göstermezler. biz kızlar da hep kendimize göre tahminlerde bulunup, çoğunlukla da yanılırız.

not: kadınların çektikleri de artık başka bahara!!




binamızdan sigara yasağı manzaraları/ elektrik tellerindeki güvercinler


şu adreste bir haber var ki ama ne haber!!! düşünmemeye çalışıyorum, ama hep aklıma geliyor.

29.7.09

haydi sağ ayakla bismillah!

I'm gonna clear out my head
I'm gonna get myself straight
I know it's never too late
To make a brand new start


evet benim gerçek hayattaki haftam yeni başlıyor. gerçek hayata yeni bir başlangıç yapsam mı naapsam? yoksa eski tas eski hamam devam mı etse? iki gün tatile gittim diye şimdi kendime çeki düzen vermem mi gerekir? tatile gittim de düşündüm de ne oldu? yapabileceğim en radikal şey ne olsun? istifa edip yeni bir şehre gideyim.. ohh bundan daha iyi "yeni başlangıç olur mu?".. ya da iş çıkışı hemen moda ya gidip oradan yeni bir ev kiralayıp. hafta sonu taşınayım. vaaay, süper bir başlangıç be!!

aman bu başlangıç işinde sağ ayak atalım uğursuzluk olmasın. ananemin beynime kazıdığı şeylerden biridir, uçağa binerken, otobüse binerken, yeni bir eve girerken filan falan hep sağ ayakla girmem gerekir. yoksa uğursuzluk olur, bööööö... şu an okuduğum kitapta da (franny&zooey) bir ailenin küçük kardeşlerinin beynine, kendi inandığı dinin vecibelerini aşılayan bir abi sebebi ile bütün çocuklar yemeklerine başlamadan önce bildik duayı okumaktan kendilerini alamıyorlar, hem bundan nefret edip hem de yapıyorlar. işte bilinçaltı kazı çalışması buna diyorlar. ince ince, arkeolojik kazılardaki küçük fırçalar ile süpür kazı süpür kazı.... bir de mesela yine ananemin bize küçükken kazıdığı şey yemeğini yemezsen taş olursun afırması idi ki, biz uzun süre gerçekten taş olacağımıza inanmış ve hatta sokaklardaki heykellerin de bu yolla oluştuğunu sanmıştık.. halbuki ne olduk, her daim rejim yapmak zorunda kalan şahıslar.

ayy neyse nereden nereye geldim, yeni başlangıç.... ama küçük çaplı başlangıç, tatil sonrası gerçek hayata başlamak ile yetineceğim şimdilik. kimbilir belki mesela leonard cohen den sonra hayatım değişir. ben de monk lara bulaşırım.

bu arada paul weller ı anmışken, o güzelim açıkhava konseri, kendisinin pembe t şörtü ve benim "you do something to me" çaldığında yanımdakinin omzuna yaslanıp ağlamam geldi- ki onun da konu ile 1.dereceden alakası vardı. bir gün konserlerde ağladığım şarkıları yazmalıyım zira oldukça çoktur.

bismillah!

28.7.09

en büyük rakibimiz kim?

bizim ailede genelde 3 e 1 bir muhalefet durumu işliyor. 3 kişi babama neler yapmaması gerektiğini sürekli söyleyip duruyor. onu yeme bunu yeme tatlı yeme güneşte yürüme top oynama o kıyafeti giyme hoplama zıplama. oysa ki babamın ruhu o kadar genç ki bizim söylediklerimiz ona anlamsız geliyor çünkü o bunların hepsini yapmamak için hiç bir neden göremiyor. biz de zaten söylediğimizle kalıyoruz. onun için sağlıklı yaşam demek istediği şeyleri kısıt olmaksızın yapabilmek demek. bu sahnede kameraları kendi üstüme çevirip yerime babamı koyduğumda o da herhalde benim şu an olmam gereken yerin çok daha farklı bir yer olması gerektiğini düşünüyordur. ne yazık ki ruhumun kendisini halen 25 yaşında filan hissetmesi sebebi ile onun istediği yerde olamıyorum. daha 10 yıl da geçse ben de hep bu ben olmaya devam edeceğim. umarım bedenim ruhuma çok fazla direnmez. bu durumda aslında bu hayattaki en büyük rakibimizin bedenimiz olduğunu söylemeden edemeyeceğim. babamın durumunda da onu engelleyen bir şey var ise-ki bu da tartışılır- o da biz değil bedenidir. velhasıl babamın istediklerini yaptığı sürece süper mutlu insan olduğunu gördükçe artık bedenine verdiği zararı görmezden gelmeye karar verdim, galiba o da benim hayatım ile ilgili endişelerini dile getirmekten artık vazgeçti.

şimdi kendisi kara kara buradaki antreman arkadaşlarına 2 gün sonra nasıl veda edeceğini düşünüyor, zira bunu söylediğinde çocuklar bir travma geçirecek. plajda diğer büyükler sürekli fikir yürütüyor "söylemeyin çocuklara gideceğinizi!!!" - "söylemeyin çocuklara gideceğinizi !!"

not: hep bir şeye veda edeceğiniz gün o şey süper gözükür gözünüze, deniz, güneş, aileniz, arkadaşlarınız eviniz. benim her bir yerden ayrılmam bir hüzünlü oluyor. karakterim zayıf yahu her şeyden çat diye etkileniyorum!!

27.7.09

if you can't get here fast enough, i will swim to you!

size hiç olur mu? bana oluyor çok. dönemsel olarak bir şarkıya, sadece bir şarkıya takıyorum kafayı. sonra arka arkaya dinliyorum. kaç kere olduğu önemli değil. ama çok kez. gece yatmadan önce son yaptığım hayati etkinlik olarak sabah ilk uyandığımda hayata başlamadan önce, sonra da gün içinde bir sürü kez. bu durum kafamdaki bazı düşüncelerden kaynaklanıyor. şu anda da böyle bir durum söz konusu...

ben lisedeyken yeni taşınmış olduğumuz lojmanlarda bana fecii şekilde aşık olan bir çocuk benimle "slow" dans edebilmek için kendi aramızda düzenlediğimiz partide arka arkaya hiç değiştirmeden hotel california yı çaldırmıştı. biz de hiç durmadan dans etmiştik. herhalde diğer insanlar benden nefret etmişti ama bir şey diyememişti çünkü o çocuk fazlasıyla iktidar sahibi idi..

aşk süper bir şey değil mi? kimyanız değişiyor, gözünüz değişiyor, yüzünüz değişiyor, hayata bakışınız değişiyor. ve çoğu zaman mutluluğumuzu aşka bağlıyoruz. eğer aşık değilseniz mutlu bir hayat yaşamıyorsunuz gibi bir şey oluyor sonunda. ben buna katılmak istemiyorum ama etrafımda herkesin aşık olmasını ve yalnız kalmamasını isiyorum. yeni ilişkilere başlayanlara sürekli nasıl gittiğini soruyorum, sevgilisi olmayanları bir araya getirmenin çok faydalı bir hareket olduğuna inanıyorum. hiçbirşey öylesine yaşanmasın istiyorum. buradan aktarabiliyormuyum bilmiyorum ama gerçekten insanların aşk ilişkileri yaşaması beni feci ilgilendiriyor. aşık olduğunuz zaman bunun koşulsuz olması gerekli, öyle içten pazarlıklı ve bencil olursanız gerçek aşkı yaşamazsınız bence. sonuna kadar teslimiyet!!!!

İşte bu aralar sabah akşam tekrar tekrar dinlediğim şarkı şöyle diyor,

Wanna feel my heart break, if it must break, in your jaws
Want you to lick my blood off your paws

bu durum harika değil mi? ben de böyle olsun isterim. yani kalbini yiyip kanını pençelerimden yalamak !! haha

songs: ohia

not: bu yazı benim aşık olduğumu göstermez. olmadığımı da göstermez düzeltmek isterim

26.7.09

yol,deniz,babam, blog, müzik

evet, otobüs yolculuğunu tekrar yapmak istersem birilerinin beni engellemesini rica ediyorum. 15 saat dile kolay.

hafta sonu istanbul da olmam gerektiğini anladım biraz önce ama artık çok geç.

babam her akşam saat 6 da çocukları toplayıp onlara plajda antreman yaptırıyor. hepsi saat 2 de babamın peşinden koşmaya başlıyorlar. "engin amca ne zaman antreman yapacağız" diye. süper şekerler, babam da hepsi ile müthiş ilgileniyor. antremanda 1.olanlara kola ısmarlayıp istanbul dan getirdiği wwf eşantiyonlarını dağıtıyor. bence tatilin en önemli olayı budur. babam harika ! onun dışında sabahtan gelip havlu ile şezlong tutup akşamın 4 ünde plaja gelenler ile kavga edip diğer vatandaşların hakkını savunuyor. o tam bir anarşist!!! bu arada annem deli oluyor.

franny ve zooey i okumaya başladım ve çok sevdim.

bu tatilde çoktandır dinlemediğim müziklerimi dinliyorum. yolculuk esnasında tüm pulp albümlerini, bruce un tm albümlerini, biraz nilüfer dinleyerek geçirdim. sahilde ise bugün çoğunlukla pj harvey dinledim.

bugünün ana fikri-

One day
I
Know
There'll be
A place
Called
Home

birgün belki...