parasol'e özel arama kutusu

30.4.10

hafta sonu ne yapmalı???

ayy sevgili dünyalılar, bu hafta bana biraz boğucu gibi geldi. hava ısınmaz, işler bitmez, paralar yetişmez filan da falan. bu sebeple hafta sonu yapacağımız programları özenle seçtim ki haftaiçinin sıkıcılığını yok etsin diye. sizlere önereceğim etkinlikler şu şekil:

1-

sokaklarda dolaşarak güzel bir pamuk helvacı bulmak ve yumuşacık, incecik, şekercik ve pembecik koca bir pamuk helva topunu mideye indirmek. bu sırada elinize, yanağınız ve dudağınıza bulaşacak ıslak helvaları yalayarak temizleyebilirsiniz

2-


eğer arkadaşlarınız ile toplanmayı düşünüyor iseniz, yanınıza bir tebeşir ve kaymak gibi mermer taşınızı alırsanız araba geçmeyen bir sokakta sek sek oynayabilirsiniz. aman bileklere dikkat, burkup da sonra işe gitmemezlik yapmayın!

3-

eğer yine sosyalleşip de arkadaşlarınız ile buluşacaksanız, hem hınç alma hem de eğlenme odaklı bir diğer oyunu size önereceğim; yakan top. tabii en az 3 kişi olmanız gerekiyor. benim tavsiyem yeşillik bir alan seçin ve deli danalar gibi topları arkadaşlarınızı vurmak için atın ya da vurulmamak için kaçın!!

4-

eğer pamuk helvacı bulamazsanız ve tepinmekten canınız çıktı ise, enerji almanın en güzel yolu macun yemek. hemen bir macuncu amcaya yanaşın ve sopanıza rengaaarenk macunları dolatın. yalnız buradaki uyarımız, belli bir yaştan sonra hem pamuk helva hem de macun yememeniz, şekerinizi hoplatmamanız!!

5-

eğer yakan toptan sıkıldıysanız ve artık biraz daha durağan bir şey yapalım derseniz, bulunduğunuz parkta saklanbaç oynamaya devam edebilirsiniz. eğer flörtingen durumları da varsa mesela, birlikte saklanıp öpüşmek de ballı börek olur hem :) yalnız gece çok geçe kalmayın, ahlak zabıtalarının sizi götürmesine davetiye çıkarmayın.

6-



sek sek oynayan gruba bir alternatif olarak ip atlamayı öneriyorum. şöyle güzel- kalitelisinden bir don lastiği satın alın. bağlayın uçlarını, alın size şahane bir oyuncak. ondan sonra artık gelsin birler, ikiler, üçler. hatta bence artık siz 15'lere kadar çıkarsınız. buradaki uyarı ise parmak arası terlik ile ip atlamaya çalışmayın. spor ayakkabılarnızı giyin bi zahmet!!

işte böööyleeee, konsermiş, filmmiş, tiyatroymuş, barmış, pavyonmuş bunlar zamane eğlenceleri. ne varsa çocuklukta var der, giderim. gidiyoruuuuuum. gitttiiiiiiiiiim....

biri sizi gözetliyor, çat çat ceza kesiyor!

eve geliyorsunuz. posta kutusunda alışılmadık  bir kağıt. açıyorsunuz. trafik cezası.62 tl. "kızıltoprak'da seyir halinde cep telefonu ile konuşma". 


böyle bir kağıt aldığımda düşündüklerim;
1- ben farkına varmadan birisi beni izlemiş, plakamı almış, cezamı yazmış. korkutucu!
2- ben o tarihte orada böyle bir şey yaptım mı? hatırlamıyorum??
3- fotoğraf olmadığına göre ve kimse de beni durdurmadığına göre, yapmış olabilirim. yapmamış da...
4- kimsenin ıspat edebileceği bir şey yoksa iki gün sonra yine adresime yeni bir ceza gelebilir.yineyeniyeniden !
5- etraf trafik canavarı ile doluyken, bu cezaları sadece ben mi ödüyorum?
6- belki eğer sistem güvenilir olsaydı hiç sorgulamadan kabul ederdim herşeyi. ama halime bak şüphe böceği!

tabii, bu kişisel sorgulama girdabı ardından trafik şube müdürlüğünü aradım ve cırcır, dırdır bir sürü şey saydım. karşı taraftaki polis çok "efendi" bir şekilde bana cevap verdi. "kadiköy'de" dedim "hiç gidiyor musunuz? insanlar sokağın ortasına park ediyor!!" "gidiyoruz" dedi, "herkese ceza kesiyoruz merak etmeyin" dedi. "nasıl ispat edeceksiniz benim trafik ihlalimi" dedim, "polisin trafik cezasını ispat yükümlülüğü yoktur" dedi "ancak mahkeme kararı ile ceza bozulur" dedi. vay vayyy. tırıs tırıs kapattım telefonu. 15 gün içinde ödersem %25 indirim oluyormuş.yehuuuuuuuuuuuuu. " bari buna sevineyim" dedim. şimdi bekliyorum, diğer cezaları, bana gıcık oldular diye;

devamının gelmesi - bir an meselesi!

29.4.10

kısmetse olmaz

ofis bilgisayarım donar, IT sorumlusunu çağırırım, çalışmaya başlar

başım ağrır doktora giderim, ağrı geçer

denize giderim, karnım ağrırı, regl olurum

evde temizlik olur,akşamına kültablası yere düşer, heryer kül olur 

rejime başlarım, ofis arkadaşımın yaş günü olur, pasta yerim

kalbimin ritmi bozulur, holter taktırırım, kalp saat misali tıkırdar

kısmetse olur, kısmetse olmaz

olur olmaz şeyler

28.4.10

bu aralar neler IN neler OUT!!

farkettim ki çoktandır bir nefret kusma ve öpücük kondurma seansı yapmamışım. ee bünyede istiyor hemen şuracıkta bu aralar benim için neler tahammül edilemez ve neler heyecan verici sayıyorum. sonra işe dönüyorum. siz de- ki eğer okuyorsanız- benim psiko terapistim oluyorsunuz.

öööööğğğğğğğğğkkkkkkkkkk'ler;
  • şafak sezer denen şahsı tv de görmeye tahammül edemiyorum, midem kötü oluyor!
  • elektronik müzikden nefret ediyorum (bu cümlem çok eleştiri aldığı için açıklama getiriyorum: yazımın başındaki abartma dürtüsü dikkate alınmalıdır ve elektronik müziği sevmememin tamamen kişisel bir durum olduğu bilinmelidir, her türlü beğeniye saygım sonsuzdur abilerim ablalalarım. eğer öyle olmasaydı mesela elektronik müzik iğrenç bir şey derdim.o zaman ayıp ederdim.yanlış anlamalar için düzeltme notu!!), hani mesela dinamo fm'de sevginin gücü ya da aşırı doz dinliyorsunuz diyelim. programlar bitince radyoyu derhal kapatmayı unutuyorsunuz, o sırada eletronik müzik başlayıveriyor ya, aman allahım tüylerim diken diken oluyor
  • sabah daha 7 dedin mi yukarıdaki kadının topuklu terlikleri ile evin içinde yürümesine katlanamıyorum ve ilkel insanlar gibi duvarlara vurmaya başlıyor, elime geçirdiğim şeyleri tavana fırlatıyorum (içler acısı!!)
  • emri vakilerden hiç hoşlanmıyorum, bu vesile ile üzerime sorumluluk binmesi, açıklama yapma gereği, kıvırma seansları tansiyonumu çıkarıyor
  • ofise erkenden gelip gazetemi önüme alıp da radyomu açmışken, ofis arkadaşımın içeriye girerek "gunaydın" demesi tepemi attırıyor, çünkü o zaman müziğin sesini kısmam gerekiyor
  • diyetisyenin tartısına çıkıp da 200 gr dahi zayıflamamış olduğumu görünce küplere biniyorum  
  • bir türlü spora başlayamadığım için kendime feci kızıyorum
  • hiç kitap okuyamadığım için çok üzgünüm .( 
muck'lar ; 
  • havada güneş varken rüzgarın serin esmesine bayılıyorum,
  •  mayıs ayında gerçekleşecek black heart procession, the cinematic orchestra ve nouvelle vogue konserleri ve john malkovic'in tiyatro oyunu beni heyecanlandırıyor, hepsi de bir güzel arka arkaya geliyor
  • bu aralar my propeller her daim araba şarkım oldu, günde 10 kez dinlemezsem rahat edemiyorum
  • tüm sardunyalarım bu kış donduktan sonra yeni evlat edindiğim sardunyalarım ve diğer başka çiçeklerimle bütün mahalleyi kıskandıran balkonumdaki bankta oturarak dergi bakmayı çok çok çok seviyorum.
  • geçen ay sadece hafta sonu yediğim mükemmel karışımımı artık gün aşırı yiyorum ve bu motivasyonuma hayranım 
  • yazlık kışlık kıyafet yerleştirme operasyonu sonrası atacak bir sürü şey çıkması beni mutlu ediyor, acaba yenilerini almaya hak kazandığımı mı sanıyorum!  
  • çeşitli internet sitelerinden yeni gruplar ve müzikler keşfetmeyi son zamanlarda adet haline getirmiş olmaktan hoşlanıyorum, 
  •  
  •  
  • not: mayıs da ıksv'nin salonuna dengue fever geliyor. ben geçen sene babylon'da görmüştüm. hem iyi müzik hem eğlence, ilgilenenlere tavsiyecik
.


27.4.10

bu program için uyku tulumunda uyur muyum? uyuruuuuuum!!


sevgili dünyalılar öncelikle size bir şark ile sesleneceğim (selamımı verdim, siz görmediniz)

tulumlar elimizdeeee, biletler cebimizdeee
 biz gideriz ortama hey ortaaaamaaaa

reverans.

yahu şu yaşımıza geldik, gördüğümüz göreceğimiz steril ortamların efes pilsen one love festivali, rock'n coke festivali, açık havanın kalbur üstü jazz festivali olmasın dedik; şöyle uyku tulumuyla, yağmuruyla- çamuruyla, sarhoşuyla- ayığıyla, ağzı açık bırakan line up'iyla, bu dünya gözü ile bir ingiliz festivaline gidelim dedik. tabii ki glasto'ya bilet bulana aşkolsun. baktım baktım latitude festivali tam bana uygun gibi geldi. bir kere öyle koca koca isimler headliner değil, ama çok baba isimler var. sonra programda benim çok beğenerek dinlediğim bir sürü isim var, sonra tiyatro var, sanat var. yani sadece müzik  değil bir çok şey var. ee bir de bilet de var. haydi o zaman neden helva yapmıyoruz dedik. biletlerimizi aldık. ayrıca çadırdan bir üst gömlek olan podpad (bungalo gibi bi şi)'imizi de kiraladık (yine de uyku tulumu gerekiyor), iş şimdi zor koşullarda yaşamaya çalışma, minimum sayıda tuvalete gitme, bir sırt çantasına maksimum kıyafeti sığdırırak sefalet içinde bile şık olabilme antremanı yapmaya kaldı.

korkmuyorda değilim küçücük bungaloda sarhoş ingilizler gece bizi sağ bırakırlar mı diye ama "indisin ölümü müzikten olsun" dedim- desem yalan olur, tabii ki hafif bir ürkme durumu var. uzun lafın kısası biricik, pekicik, birtanecik gezegen sakinleri, temmuz'da ben, ingiltere'nin yaylalarından biri olan suffolk yaylasında müzik otluyor olacağım. beklerim :)
festival notu: festivali incelemek isterseniz şuraya tıkıtık yapınız

ağız sulandıran not: 
richard hawley, the national, the horrors, noah and the whale, james, the maccabees, charlotte gainsbourg, the coral, girzzly bear, mumford&sons, midlake, vampire weekend, belle and sebestian, florence+the machine

26.4.10

kayıtsız kalıyım diyorum olmuyor!

vakti zamanında feciiii şekilde kıl olduğum sertap erener- demir demirkan çifti bir yerde "bu dünyaya çocuk getirmenin doğru olmadığını düşündüğümüz için çocuk yapmıyoruz" demişlerdi, ben de "ıııııııııyyyykkkkkkk, bu ne idealizm, bu nasıl bir  farkındalık ve biliçlilik geyiği, pehh" diye onları kendi kendime bir güzel yerlerde böcek yapmıştım.

ama itiraf ediyorum ki şimdi, ülkemizde yaşanan her türlü saçmalık, tecavüzcülük, sapıklık, ırkçılık, dincilik, bağnazlık  ve haksızlık karşısında, bu ülkede yaşayacak bir çocuk doğurmanın pek de isabetli bir şey olmayacağını düşünüyorum- dikkat! henüz dünya için değil sadece burası için-. günler geçtikçe geleceğimiz yerin dibine doğru gidiyor, öyle tünelin ucunda ışık filan görünecek gibi değil. moralimi bozmayayım, ben küçük hayatıma devam edeyim derken her gün iğrenç haberler dan dan dan yüzüme çarpıyor, çerçevem daralıyor, içim sıkılıyor.

hiç sanmıyorum ki benim annemle babam beni yapmaya karar verdiklerinde benim gibi endişeli olmuş olsunlar (ki eğer belkide bilselerdi benim gibi bir şeyin geleceğini o zaman kesin olurlardı!). gün bügündür, endişelenme günü. nerdeyim ben deme günü!!

25.4.10

işte bir pazar sabahında mutluluğun formülünü vererek gezegen sakinlerine güzel bir gün geçirme fırsatı veriyorum. aramızda ingilizce bilmeyenler olabileceğinden formülün türkçe mealini de veriyorum. neymiş?? işte şöyleymiş; bu dünyada mutlu olmak için unu hayatımızdan çıkaracağız. bu kadar basit. unu çıkarınca ne olacak? hepimiz incecik olacağız, hepimiz incecik olunca ne olucak? hem güzel, hem sağlıklı, hem de istediğimiz herşeyi giyiyor olacağız. bu da iç dünyamıza yansıyacak, iç dünyamızda dış dünyamızın mutluluğunu paylaşmak isteyeceğinden, o da çok mutlu olucak. işte bu kadar. daha zor olacağını sanmıştınız ama herşeyin sırrı "un"da. hadi ben de şimdi sabah kahvaltısında unsuz- tahıllı simit yiyerek mutlu olmaya başlıyorum. yupiiii.

not: bu formül bence ozz büyücüsü mehmet ozz tarafından verilmiştir, zira hem ingilizce hem de türkçe... bu da turk dilini kullananlar için bir avantaj. kıymetini bilelim !!