parasol'e özel arama kutusu

17.9.09

hangimiz yaban insanı?

biraz sonra yazacağım ve eğer isterseniz sizin de biraz sonra okuyacağınız şeyi, aslında istanbul dışına çıkmadan önce düşünmüştüm ama ne kısmetmiş ki istanbul dışındayken yazıyorum.

konu istanbul da yaşamak aslında... istanbul da yaşadıkça ülkenin geri kalan bölgelerinden ne kadar uzaklaştığımın farkındayım. benim için bir bir çok sergi ve müze gezmek, konserlere gitmek, insanların tv lerde gördüğü mekanlara bir parmak şıklatmasıyla varmakk, trafik kurallarına ve sigara yasağına uymak, bir avrupalı gibi davranmak hayatımı oluşturuyor. bunları yapabilememin tek sebebi ise sadece istanbul da yaşıyor olmam. diğer çoğu şehirde ise bu saydıklarımın hemen hemen hiçbiri yok. müzeler yok, açılışlar yok, dünyaca ünlü grupların konserleri yok, büyük alışveriş merkezleri ve boğaz kıyısında çay içmek yok, trafik kurallarına ve sigara yasağına uymak şart değil.

ben de ne zaman istanbul dışına çıksam artık kendimi uzaydan düşmüş yaratık olarak görmeye başladım, ya da şöyle diyim; sanki insanlar beni öyle görüyor! mesela kırmızı ışıkta geçen şoföre hayret etmeler, cık cık cık yapmalar, her mekanda "burada sigara içilebiliyor mu?" die sormalar, çay bahçesinde çekirdek çitleyenleri yadırgamalar, dejavu da bildik ve son moda şarkıların çalmasına şaşırmalar, bar sahibini takdir etmeler, transferimi yapan şoförün istanbul ile ilgili yüce düşüncelerine karşı alçak gönüllü tavırlar takınmalar vesaire vesaire.

velhasıl, istanbul da yaşayıp da benim gibi uzaylı olduğunu hisseden ey gezegen sakinleri! biz gerçekten başka bir hayat yaşıyoruz, medeniyet ve vizyon geliştirme adına çok iyi ama kendi ülkene yabancılaşma adına vahim bir durumdayız. bunu değiştirmek için ne yapmalı derseniz, valla bize sunulan hayat da bu, eğer seviyorsanız devam edin zira yapacak başka da bi şi yok gibi!! ay pardon ya da şöyle yapın, son dönemlerin favori kavramı olan "empatiyi kurun", kuramıyorsanız ikea nın basit ve detaylı hazırlanmış kurulum kılavuzlarına bakın.

notbir: ya iyi de mesela bugün denize girdiğimiz yerde servis yapan garson, bi kültablası almış önüne herkesin ortasında tırnaklarını "çıt çıt çıt" kesiyodu. şimdi ben nasıl empati kurucam, yok galiba kuramıycam. bırakıcam böyle kalıyım.

notiki: istanbul un medeni olmadığını ve bizim de avrupalı olmadığımızı çok iyi biliyorum. sadece "miş gibi yapmak"tan bahsediyorum. yanlış anlaşma olmasın.

notüç: saat 2 28, peh deli miyim?

No comments: